Bizim
gibi demokrasi kültürü gelişmemiş ülkelerde çocukluğu, ergenliği menkıbeler
dinleyerek geçmiş alt kültür grubundan gelen kişiler bir gün hasbelkader
iktidarı ele geçirirlerse ve de birkaç
defa üst üste seçim kazanırlarsa kendilerine büyüklük vehmetmeye başlarlar.
Bu tür kişilerin oluşturduğu yapıların ana karakterini, siyasi sadakat ve destek
karşılığında, “Başkan” tarafından devlet kaynakları merkezli servet ve hizmet
dağıtımı belirlemektedir.
Bu tür yapıların temel amacı, iktidarı
kontrol ve denge araçlarından arındırılmış olarak, üstün kabul ettikleri
“Başkana” bırakmaktır. Böylelikle her şeyin daha düzgün yürüyeceğine inanırlar.
Yani kolektif aklın yerine tek adamın aklına güven söz konusudur.
İktidarı kontrol ve denge araçlarından arındırıp tek
adamın aklına emanet ederseniz, bu yapıda hiçbir anayasal özgürlüğün güvencesi
kalmaz. Bu yapılar süratle totaliterleşmeye başlarlar.
Totaliterleşen rejime giden her memlekette aynen bugün Türkiye’de olduğu
gibi önce basın susturulur, sonrada
yargı düzene (!) sokularak, onun yardımıyla kalan az sayıdaki muhalif kabul
edilen basın da hizaya getirilmeye çalışılır.
Türkiye’de de sıra aynen böyle olmuştur.
Önce basın üzerinde operasyonlar yapılmaya başlanmış, aydınlarımız ve siyasetçilerimiz ufkun ötesini
göremedikleri için basın üzerinde yapılan operasyonun totaliterleşmeye giden
yolun ilk adımları olduğunu görememişlerdir.
Basının büyük kısmı yandaş, havuz medyası haline
getirildikten sonra, yargı üzerine operasyonlar yapılmış ve bağımsız ve
tarafsız olması gereken yargı siyasal iktidarın güdümüne girmiştir.
O andan itibaren de güçler ayrılığı, da,
düşünce ve ifade özgürlüğü gibi kavramlar sadece kağıtta yazılı, kompozisyon konuları olmaktan ileri gidemez
hale gelmişlerdir.
Böylelikle siyasal iktidarı etkin
denetleyecek bir kurum kalmamıştır. Zira gerçek demokrasilerde hareket noktası,
idare edenler yani iktidar sahiplerinin ancak kontrol ve sorumluluk sayesinde
doğru yolda kalabileceklerine inanılır.
Çünkü özgür basının varlığı siyasi iktidarın
yanlışlıklarını ortaya koyarak rezil edebileceği ve sonrada bağımsız ve
tarafsız bir yargının mahkum edeceği korkusu, iktidarları dürüst kalmağa
zorlar.
İşte modern demokrasilerde bu nedenledir ki,
iktidarları kontrol eden basın, 4. Kuvvet olarak nitelenmekte ve kabul
edilmektedir.
Tabii artık basın deyince sadece yazılı
basın düşünülmemelidir. Bilhassa okur yazar nispetinin düşük olduğu
memleketlerde, görsel ve işitsel medyanın gazetelere nazaran çok daha geniş
kitlelere daha kolay ve ucuz ulaşabildiği gerçeğini unutmamak gerekir.
Birde bunlara şimdi özellikle 40 yaş altı
kuşağın yoğun olarak kullandığı sosyal medyayı ilave etmek gerekiyor.
Bu nedenledir ki totaliterleşme eğilimindeki
iktidarlar sosyal medyayı da engellemek en hafifi tabiriyle kontrol edebilmeye
çalışmaktadırlar.
Totaliterleşen rejimlerde bir yazı,
ekranlarda ki bir haber veya düşünce açıklaması suç sayılırken, demokrasilerde
ise bunlar en doğal bir düşünce açıklaması, eleştiri olarak kabul edilmektedirler.
Son yıllarda ülkemizde basının siyasal
iktidarı denetleyebilmesi çok zor ve imkansız hale gelmiştir.
Hoşlanılmayan her habere iktidarın emrine
girmiş yargı vasıtasıyla hemen yayın yasağı konulmakta ya da gazeteciler hapse
atılmaktadır.
Yayın yasağı konan ya da mahkumiyet konusu
yapılan haber ve yazılar demokratik bir ülkede olağan gazetecilik faaliyeti
olarak görülebilecek işlerdendir.
Ama gelinen nokta da basın, siyasi iktidar
karşısında çok zayıf bir durumdadır. Bu nedenle gerçek demokrasilerde gazeteci
ile bağımsız ve tarafsız yargıcın rolü
çok önemlidir.