|
Türkiye, "Ermeni soykırımı"
iddiaları hakkında AKP iktidarı zamanında çok zemin kaybetti, hala da
kaybediyor.
Bu zemin kaybı, Ermenistan anayasasında ve
bağımsızlık bildirgesinde yer alan ve açıkça Türkiye'den toprak talep eden
hükümler yerli yerinde dururken, bunu hiç sorun yapmadan, 2009 yılında
Ermenistan ile -utanç veren bir biçimde- "büyük devletlerin" gözetimi
altında zamanın dışişleri bakanı Davutoğlu tarafından imzalanan protokoller ile
başladı. Neyse ki, Ermenistan ayak sürüyünce protokoller uygulanmadı.
Protokol İmzası anında o utanç verici
fotoğrafı gözünüzün önüne getirin. Düveli Muazzamanın temsilcileri İsviçre'nin Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey, ABD Dışişleri
Bakanı Hillary
Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Fransa Dışişleri
Bakanı Bernard
Kouchner, Avrupa Konseyi'ne başkanlık eden Slovenya'nın
Dışişleri Bakanı Samuel
Zbogar ile AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek
Temsilcisi Javier
Solana masanın arkasında ayakta duruyorlar. Önlerinde ki
masada iki terbiyeli çocuk Türk ve Ermenistan dışişleri Bakanları.
Utanç
duyacağımız bir tek bu fotoğraf olayı olmadı Davutoğlu dışişleri bakanı iken 2013
yılının sonlarında, bir uluslararası toplantıyı bahane ederek Ermenistan
başkenti Erivan'a gitmişti. Giderken uçakta, "tehcirin tümüyle yanlış
ve insanlık dışı bir uygulama" olduğunu söylemişti. Böylece
Türkiye'nin yıllardır savunduğu tezin dibine dinamiti koymuştu. Geçmişten ders
çıkarmadığı için safça ümit etmiş olmalıydı ki, Ermenistan da esneklik
gösterecek. Hiç öyle olmamıştı. Olmadığı gibi, Ermenistan Cumhurbaşkanı,
Erivan'a gelen Türk dışişleri bakanı ile görüşmeyi bile reddetmişti.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı'nın
Ermeni Patriğine mektup yazdığı ve mektubunda "1. Dünya Savaşında
hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini saygıyla anıyor ve torunlarına içten
taziye iletiyorum" ifadelerine yer verdiği basına yansıdı.
Bir yandan konunun tarihçilere bırakılmasını talep ediyoruz, diğer yandan
ülkenin (1) nolu siyasetçisi, İstanbul Vali Muavini ile muhatap olma
düzeyindeki patrik efendiye muhatap
oluyor. Türkiye'nin savunduğu teze göre bu Ermeniler Osmanlı'ya ihanet etmiş ve
tehcire tabi tutulmak zorunda kalınmamış mıydı?
Üstelik, sanki başka gün kalmamış gibi,
mektup, bütün dünyanın "Ermeni soykırımı" günü olarak andığı 24 Nisan
günü yazılıyor ve böylece o güne Ermenilerin yüklediği anlam da tanınmış
oluyordu.
Cumhurbaşkanının bu girişimi,
"genocide" dememek karşılığında, Trump'ın "ricası" üzerine
yaptığı akla geliyor. Sürekli geri adım atılıyor.
Bazı CHP’liler tarafından saçma sapan açıklamalar
yapılıyor ama, Kurultaydan geçen Programın 131/132 sayfalarında Ermenistan ile
ilişkiler ve "soykırım" iddiaları hakkında, tüm parti üyelerini de bağlayan Parti'nin tutumu her vasat zeka ve kültürdeki
kişinin anlayabileceği şekilde açıklanıyor. "Soykırım" iddiaları
hakkında aynen şu ifade yer alıyor:
"CHP, Sözde Ermeni Soykırımı iddiası ile ülkemizin
haksız önyargılarla suçlanmasına karşı bugüne kadar Partimiz öncülüğünde
sürdürülen kararlı duruşa sahip çıkmaya devam edecektir."
Program daha da ileri gidiyor, Ermenistan ile
ilişkilerin normalleşmesinin koşulları arasında, bu ülkenin, "...dünyadaki
Ermeni örgütleri vasıtasıyla Türkiye’ye karşı uluslararası hukuka aykırı
biçimde soykırım iddiasıyla girişimlerde bulunmaktan vazgeçmesini de
sayıyor.
CHP'nin sözde Ermeni soykırımı hakkında tüm partileri
bağlayan programına yansıyan tutumu bu kadar nettir.
Tabii düşünce özgürlüğü kapsamında bu düşüncelerin
aksini benimseyenler varsa bunların yapması gereken partiden istifa etmektir.