Geçtiğimiz ay New York
Times gazetesinde Türkiye'deki siyasetçilerin de okumaları gereken
"Milliyetçilik bir Ulusu Nasıl Mahveder" başlıklı ders niteliğinde bir makale yayınlandı.
Makale, "ulus nedir?" sorusuna 19. yüzyıl fransız bilim adamı
Ernest Renan'ın "Bir ulusun özü bütün bireylerinin ortak birçok yönlerinin
bulunmasıdır, ve aynı zamanda herkesi. Yapılması gereken, sürekli
farklılıklardan dem vurmak yerine, ortak yönlerin güçlendirilmesinin önünü
açacak politikaların geliştirip uygulanmasıdır.
n birçok şeyi unutmuş
olmasıdır" şeklindeki tanımıyla yanıt veriyor.
Yazı, bir ulusun
"ulus" olabilmesi için etnik, inanç ve mezhep farklılıklarının
mutlaka unutulmuş olması gerektiğine vurgu yapılıyor. Birçok etnik ve mezhepsel
unsurdan oluşan Fransa'nın ancak böyle Fransa olduğuna dikkat çekiliyor.
Bireyleri geçmişi
unutmamış bir ulusun başına ne geleceği ise Yugoslavya örneği ile açıklanıyor.
Miloseviç'in Müslüman ve Hristiyan toplumları arasında zaman içinde
unutulmuş kin ve nefreti yeniden canlandırmaya yönelik kışkırtıcı siyasetinin
Srebrenica katliamına ve neticede Yugoslavya'nın dağılmasına yol açtığı
hatırlatılıyor.
Başlığın ve makalenin
kastettiği elbette "yurtseverlik" olarak tanımlanabilecek kapsayıcı,
bütünleştirici milliyetçilik değil. Yazı, "alt milliyetçiliklerin"
kaşınmasının tehlikelerine işaret ediyor.
Yazıyı okuyunca ister
istemez Türkiye'de son yıllarda olan biten akla geliyor. Türkiye gibi çok
uluslu bir imparatorluğun mirasçısı olan ve 40'a yakın etnisiteyi barındırdığı
söylenen bir ülkede her halde en son yapılması gereken
"farklılıkların" altının çizilmesidir. Oysa, tam tersine, "farklılıklar bizim
zenginliğimizdir" lafı siyasetçilerimizin diline pelesenk olmuş durumda.
Bu lafı tekrarlayıp duranlar, Osmanlı İmparatorluğu'nu 19. yüzyıldan itibaren
yabancıların köpürttüğü milliyetçilik cereyanlarının çökerttiğini hatırlasalar
iyi olur.
Her ulusta farklılıklar
elbette olur. Ancak, bu farklılıklar siyasetin konusu yapılmamalı, kültürel
zenginlik olarak kalmalıdır. Farklılıkların siyasete konu edilmesi ve sürekli
etnik farklılıklardan dem vurulması halinde ulusu "ulus" olarak
tutmak mümkün olamaz. . Yapılması gereken, sürekli farklılıklardan dem
vurmak yerine, ortak yönlerin güçlendirilmesinin önünü açacak politikaların
geliştirip uygulanmasıdır.
Son dönemlerde Türkiye'de
edilmiş ders niteliğinde en veciz sözlerden birisi Deniz Baykal'ın "devlet
etnik kördür" sözüdür. Baykal bu sözünü açıklarken, farklı etnik yapıların
faaliyetlerinin devlet tarafından mali olarak veya başka şekilde
desteklenmemesi gerektiğini söylemiştir. Türkiye'nin düzlüğe çıkışı bu sözün
gereğinin yapılması ile mümkündür.
Ne var ki, Türkiye'yi
yöneten zihniyet de, muhalefet partisi CHP de çok ciddi tehlikenin ayırdın da
değiller.
Recep Tayyip Erdoğan,
adını nadiren söylediği "millet"in çeşitli etnik ve mezhepsel
gruplardan oluştuğunu sık sık tekrarlayıp duruyor. Bunu, kendi dini
ideolojisinin gereği olarak yaptığı bellidir.
Peki, CHP'ne ne oluyor? Belediyeler üzerinden
kamu parasıyla örneğin Kürtçe dil kursu açmak CHP'nin işi mi? Başka etnik
yapılar da kendi dillerinde kurs isteseler onlara da olumlu yanıt verilecek mi?
CHP bunun, doğrudan kurucusu olduğu "ulus devlet"in altına dinamit
koyacağını görmüyor mu? Kesinlikle kondurmak istemiyorum; ama, CHP'nin bu
tutumunda yabancı ülkelerden gelen telkinlerin etkisi var mı? diye de
düşünmekten de kendimi alamıyorum.