6 Eylül 2019 Cuma

ETNİK MİLLİYETCLİK BİR ULUSU NASIL MAHVEDER.



      
Geçtiğimiz ay New York Times gazetesinde Türkiye'deki siyasetçilerin de okumaları gereken "Milliyetçilik bir Ulusu Nasıl Mahveder" başlıklı ders niteliğinde bir makale yayınlandı.
Makale, "ulus nedir?" sorusuna 19. yüzyıl fransız bilim adamı Ernest Renan'ın "Bir ulusun özü bütün bireylerinin ortak birçok yönlerinin bulunmasıdır, ve aynı zamanda herkesiYapılması gereken, sürekli farklılıklardan dem vurmak yerine, ortak yönlerin güçlendirilmesinin önünü açacak politikaların geliştirip uygulanmasıdır.
https://ssl.gstatic.com/ui/v1/icons/mail/images/cleardot.gif
n birçok şeyi unutmuş olmasıdır" şeklindeki tanımıyla yanıt veriyor.
Yazı, bir ulusun "ulus" olabilmesi için etnik, inanç ve mezhep farklılıklarının mutlaka unutulmuş olması gerektiğine vurgu yapılıyor. Birçok etnik ve mezhepsel unsurdan oluşan Fransa'nın ancak böyle Fransa olduğuna dikkat çekiliyor.
Bireyleri geçmişi unutmamış bir ulusun başına ne geleceği ise Yugoslavya örneği ile açıklanıyor. Miloseviç'in Müslüman ve Hristiyan toplumları arasında zaman içinde unutulmuş kin ve nefreti yeniden canlandırmaya yönelik kışkırtıcı siyasetinin Srebrenica katliamına ve neticede Yugoslavya'nın dağılmasına yol açtığı hatırlatılıyor.
Başlığın ve makalenin kastettiği elbette "yurtseverlik" olarak tanımlanabilecek kapsayıcı, bütünleştirici milliyetçilik değil. Yazı, "alt milliyetçiliklerin" kaşınmasının tehlikelerine işaret ediyor.
Yazıyı okuyunca ister istemez Türkiye'de son yıllarda olan biten akla geliyor. Türkiye gibi çok uluslu bir imparatorluğun mirasçısı olan ve 40'a yakın etnisiteyi barındırdığı söylenen bir ülkede her halde en son yapılması gereken "farklılıkların" altının çizilmesidir. Oysa, tam tersine, "farklılıklar bizim zenginliğimizdir" lafı siyasetçilerimizin diline pelesenk olmuş durumda. Bu lafı tekrarlayıp duranlar, Osmanlı İmparatorluğu'nu 19. yüzyıldan itibaren yabancıların köpürttüğü milliyetçilik cereyanlarının çökerttiğini hatırlasalar iyi olur.
Her ulusta farklılıklar elbette olur. Ancak, bu farklılıklar siyasetin konusu yapılmamalı, kültürel zenginlik olarak kalmalıdır. Farklılıkların siyasete konu edilmesi ve sürekli etnik farklılıklardan dem vurulması halinde ulusu "ulus" olarak tutmak mümkün olamaz. . Yapılması gereken, sürekli farklılıklardan dem vurmak yerine, ortak yönlerin güçlendirilmesinin önünü açacak politikaların geliştirip uygulanmasıdır.
Son dönemlerde Türkiye'de edilmiş ders niteliğinde en veciz sözlerden birisi Deniz Baykal'ın "devlet etnik kördür" sözüdür. Baykal bu sözünü açıklarken, farklı etnik yapıların faaliyetlerinin devlet tarafından mali olarak veya başka şekilde desteklenmemesi gerektiğini söylemiştir. Türkiye'nin düzlüğe çıkışı bu sözün gereğinin yapılması ile mümkündür. 
Ne var ki, Türkiye'yi yöneten zihniyet de, muhalefet partisi CHP de çok ciddi tehlikenin ayırdın da değiller. 
Recep Tayyip Erdoğan, adını nadiren söylediği "millet"in çeşitli etnik ve mezhepsel gruplardan oluştuğunu sık sık tekrarlayıp duruyor. Bunu, kendi dini ideolojisinin gereği olarak yaptığı bellidir. 
Peki, CHP'ne ne oluyor? Belediyeler üzerinden kamu parasıyla örneğin Kürtçe dil kursu açmak CHP'nin işi mi? Başka etnik yapılar da kendi dillerinde kurs isteseler onlara da olumlu yanıt verilecek mi? CHP bunun, doğrudan kurucusu olduğu "ulus devlet"in altına dinamit koyacağını görmüyor mu? Kesinlikle kondurmak istemiyorum; ama, CHP'nin bu tutumunda yabancı ülkelerden gelen telkinlerin etkisi var mı? diye de düşünmekten de kendimi alamıyorum.