Sizlere kırk
yılını bu ülkeye adamış üst düzey bir bürokrat, dürüst bir aydının bana yazdığı
mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Yukarıdaki başlık kulağa çok tahrik edici gelebilir. "Demokrasi
öncelikli sorun değilse, nasıl bir rejim peşindesin?" gibi eleştiri
sesleri yükselebilir. Oysa, başlık bana ait değil. Geçen hafta yapılan bir
anketten çıkan sonuç.
Ankete göre, "Türkiye'nin en önemli sorunu ne?" sorusuna
katılımcıların yüzde 44.9'u ekonomi, yüzde 17'si işsizlik, yüzde 6'sı
Suriyeliler, yüzde 5.2'si terör yanıtını vermiş. "Demokrasi,
hukuk, adalet" diyenlerin oranı ise sadece yüzde 2.9'da kalmış.
İşsizliği de
katarsak, ankete katılanların 61.9 gibi ezici çoğunluğu ülkenin en önemli
sorununun "ekonomi" olduğunu düşünüyor. Halbuki, ekonomi gerçek ve
kalıcı bir sorun değil. Yaşanılan sıkıntılar yıllardır uygulanan üretmeden
tüketen, dışarıdan borçlanarak kalkınmaya çalışan, sanal bir refah yaratan,
çarpık ve sürdürülemez ekonomi modelinin sonucudur. Yeni bir yönetim bu modeli
değiştirir ve -sancılı bir süreç sonrası da olsa- normale dönülebilir.
Üzerinde hiç
konuşulmuyor, Türkiye'nin gerçek ve giderek kalıcı hale getirilen sorunu,
"devlet sorunu"dur". Devletleri devlet yapan; demokratik
rejimi kuran ve koruyan kurumlardır. Ülkemizdeki gelişmeler, maalesef,
devletimizi devlet olmaktan çıkarmıştır.
Son on yıldır
Cumhuriyet'in oluşturduğu ve zaman içinde güçlendirmeye çalıştığı bütün
kurumlar sistemli bir şekilde etkisizleştirildi, neredeyse tasfiye edildi.
Adına "cumhurbaşkanılğı hükümet sistemi" denilen garabetin
başlanmasıyla bu tasfiye uygulaması artık kontrolden tamamen çıktı.
Türkiye
Cumhuriyeti bir asırdır bu karışık coğrafyada barış içinde yaşayabilmiş ise,
bu, büyük ölçüde silahlı kuvvetlerinin caydırıcı gücü sayesinde olmuştur.
Bilinen yollarla TSK'ne ağır darbe vuruldu. Kadrolarının içine kendisi dışında
bir yapıdan emir alan binlerce personel sokuldu. Titizlikle uygulanan
emir-komuta, kıdem ve liyakat ilkeleri tarumar edildi. TSK'nın kurumsal yapısı
artık eskisi gibi sağlam ve bütün değil, parçalara bölünmüş durumda..
Aynı uygulama
yargıda da yapıldı. Şimdi o hale gelindi ki, fetullahçı cemaatçiler güya
tasfiye edildikten sonra, yargının kontrolünü kendi ellerine almak
konusunda iki bakanın çatıştığı haberleri basına yansıdı.Yargıya
güven yerlerde sürünüyor..
Yeni sistem
içinde TBMM'nin adı var, kendisi yok, hiçbir ağırlığı kalmadı. Denetim işlevi tamamen
silindi. Kanun yapıcı yetkileri törpülendi.
Bir tüzel
kişilik olarak "Bakanlar Kurulu" ortadan kaldırıldı. Oysa, kurul, tek
parti dönemlerinde bile, kendi içinde denge ve denetim mekanizması barındıran
bir yapıydı. Koalisyon dönemlerinde özellikle öyleydi. Alınacak müşterek
kararlarda bakanlar birbirlerinin duyarlılıklarına dikkat ederdi. Bu kurulun
dışında olan cumhurbaşkanı da imza için önüne gelen kararın doğruluğunu
denetleyebilirdi. Şimdi bunların hiçbiri olmuyor. Tek kişi ne karar verirse, o
oluyor, Ortada bir hükümet olmadığı için, kanun önerileri ortak aklın ve
çalışmanın ürünü olan "tasarı" halinde TBMM'ne gidemiyor. Zaten,
kanunların bir çoğunu tek kişi aldığı kararla yapıyor.
Bakanların
artık hiçbir ağırlığı kalmadığı gibi, bakanlıklar da politika seçenekleri
üretme işlevlerini yitirdiler, sekretarya hizmetlerinden ötesini yapamaz hale
geldiler. Bakanların akıbetleri bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştı. Fiilen
tasfiye edildiler..
Türkiye'nin
bir sorunlar yumağı haline gelmesinde bu kurumsal yapıların çökmesi, devlet
ölçeğindeki ortak aklın ortadan kalkmasının ve bütün kararları dar bir kadronun
alıyor olmasının belirleyici rolü var.
Örneğin, dış
politikanın içinden çıkılmaz bir kargaşa içine itildiği yaygın şekilde
söyleniyor da, bu hale gelinmesinde dışişleri bakanlığı'nın kurumsal yapısının
iyice zayıflatılmasının, birikiminin yok sayılmasının, kadrolarının siyasi
müdahaleye açık hale getirilmesinin ağırlıklı etkisi olduğu akla hiç gelmiyor.
(Bu, ayrı bir yazı konusu olabilir).
Tablo böyle
iken, CHP Genel Başkanı'nın ve kadrolarının her ortamda "demokrasi"
çağrıları yapıyor olmaları havada kalıyor, halkta karşılık bulmuyor. CHP'li
yöneticiler, halkın öncelikli bir "sorun" olarak görmediği bir
konuyu ısrarla gündeme taşımaya çalışmanın ülkeye ve partiye hiç bir siyasal
faydası olmadığını göremiyor. Kurumları yok edilmiş bir yapıda demokrasi
tesis edilmesinin mümkün olmadığının da farkında değiller. Yıllardır
sürekli olarak demokrasi talep etmeleri, adım adım demokrasiden uzaklaşılmasını
engellemiyor..
CHP faydasız
"demokrasi" çağrıları yapacak yerde, kendisi demokratik yollardan
elbette hiç sapmadan, devleti yeniden devlet yapmanın, kurumlarını ihya etmenin
çaresini bulmalıdır. Bu kuşkusuz, boş demokrasi nutukları atmak kadar kolay
değildir. Siyaset tarzının değiştirilmesi, demokratik meşruiyeti olan zorlayıcı
bir tarzın benimsenmesi ve uygulanması ile olur. CHP'de maalesef böyle bir
hareketlenme görülmüyor.
Son günlerde
basınımızda, başka ülkelerde seçimle işbaşına gelen bazı sağ popülist
liderlerin demokrasiyi rafa kaldırdıklarına ilişkin değerlendirmeler çıktı. Bu
çerçevede Bolsonaro (Brezilya), Orban (Macaristan) ve Trump örnek gösteriliyor.
Yazılarda, korkudan Türkiye ile benzerlik kurmaktan özenle kaçınılıyor. Ancak,
öyle bir hava veriliyor ki, sanki demokrasinin rafa kaldırılması dünyada yaygın
bir uygulama haline gelmiştir ve biz de bunu kanıksamalıyız.
Dikkatten
kaçırılan hususlar var. ABD'nin bütün kurumları yerli yerinde duruyor. Kongre
her zamanki gücünü ve yönetimden bağımsızlığını koruyor. Trump Suriye'den
çekilme kararı aldı, savunma bakanlığının direnci ile karşılaşınca geri adım
attı. Zaten, en çok bir dört yıl için yeniden seçilebilir, ondan sonra Beyaz
Saray'a başka bir başkan gelecek.
Latin Amerika
esasen demokrasi şampiyonluğu ile bilinen bir bölge olmaktan çok uzak.
Macaristan'da ise başbakan Orban'ın hareket alanı sınırsız değil. Avrupa
Birliği kurum ve kurallarının denetimi altında.
Bizde ise tek
kişinin alacağı kararlara, uygulamalarına direnebilecek hiçbir meşru odak
bırakılmadı. Bu, son derece olumsuz bir gelişme. Demokrasiyi demokrasi dışı
yöntemlere başvurarak sözde koruma girişimlerine kapı aralayabileceği gibi,
devletimizin geleceğini de tehlikeye atıyor. Sadece bir kişinin her alanda
alacağı kararlarla yönetilen bir devlette, o kişinin bir şekilde sistemden
çıkması halinde, kargaşa kaçınılmazdır.
Cumhuriyetimizin
selameti bakımından, henüz vakit fazla geç değilken, ülkemizdeki
"devlet sorunu"nun çözümü üzerine yoğunlaşılmalı ve bunun
demokratik ve meşru yolları mutlaka bulunmalıdır. Aksi halde ne olabileceğini
düşünmek insanı ürpertiyor.