AKP’li Cumhurbaşkanı
itibardan tasarruf olmaz diyor ve Osmanlı’dan kalanlar ve yeni yapılanlarla
beraber 15 sarayı kullanıyormuş.
Kalkınmayı, dünya da
itibar sahibi olmayı milyonlarca insan açlık sınırı altında yaşarken, lüks
içinde yaşamak ve lüks tüketim malları kullanmak zannederseniz büyük yanılgıya
düşersiniz.
Osmanlı imparatorluğu
yıkılırken o dönemin padişahları ard arda saraylar yaptırmışlardı.
Kimdi bunlar?
Bunlar: 1829 ‘da
Beylerbeyi Sarayı’nı, 1834’te Çırağan sarayını yaptıran II. Mahmut,
1856’da Dolmabahçe Sarayı’nı yaptıran
Sultan Abdülmecit, yine 1865’te Beylerbeyi sarayını ve 1871’de Çırağan Saraylarını yıktırarak yeni baştan
inşa ettiren Sultan Abdülaziz di.
Bu itibar gösterileri
imparatorluğun çökmesini engellemedi.
Lüks ve ihtişam
gösterisi yapan ülkeler bunu kendi imkanlarıyla değil borçlanarak yaparlarsa
çökmeye mahkumdurlar. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu 1854 den itibaren
borçlanmaya başlamış ve 20 yıl sonunda bu borçlanma, borç kriziyle
sonuçlanmıştı.
Bu alınan borçlar
fabrikalar kurmak yeni iş sahaları açmak için değil, tüketim ve ithalatta
harcanmıştı. Nitekim II. Mahmut döneminde İngilizlerin baskısıyla, o tarihte
ordunun ihtiyaçlarını gidermek için kurulmuş olan 10 fabrika da kapatılmıştı. Halbuki
harp sanayi Roma’dan beri hayatidir. Nitekim bugünde aynı yanlış yapıldı ve
Tank Palet fabrikası Katar’a peşkeş çekildi.
Osmanlı da üretim
artmadığı için ülke yabancı ülkeler için bir bulunmaz pazar, alınan borçta,
borçla kapatılır hale gelince kriz kaçınılmaz oldu ve 1854’de başlayan borçlanma 1875’e kadar
sürdü ve batağa dönüştü, 1881 yılında da yani II. Abdülhamit zamanında Osmanlı
Devleti’nin yabancı ülkelere olan
borçlarını, yani dış borçlarını takip ve düzenleyen Düyunu Umumiye İdaresi
kuruldu.
Lozan’da Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyetine isabet eden
borçlarının ödenmesi, ilk borcun alındığı
1854 yılından başlayarak tam 100 yıl sonra 1954 de bitti. Yani Osmanlı
borçlarının büyük bölümünün tasfiyesi genç Türkiye Cumhuriyetinin sırtında
kaldı.Bu nedenledir ki, Cumhuriyetin ilk kuşakların dış borçlardan uzak
durmalarının nedeni 1954 yılına kadar
ödemesi sürmüş olan Düyun-u Umumiye borçlarıdır.
Osmanlı üretim biçimini
değiştiren devrimlerin dışında kalınca geriye düşmüş ve dağılmıştı. Rönesans ve
reformun yani aydınlanmanın dışında kalmış sonra onların yol açtığı ve üretimde
büyük değişiklikler yaratan sanayi devrimine girememişti. Üretim
teknolojisindeki bu değişime ayak uyduramadığı içinde dağılıp gitmişti. Aynı
yanlışı Sovyetler Birliği de yaptığı için geri düşmüş ve çözülme başlamıştı.
Günümüz Türkiye’sinde de
ne üretim teknolojilerinde bir hamle yapılabildi ve ne de üretim
arttırılabilindi sadece iç ve
dış borçlanma ile ekonomi ayakta tutulmaya çalışıldı. Ama sona gelinince Düyunu
Umumiye benzeri bir yapılanmaya gidildi ve Borçlanma Genel Müdürlüğü kuruldu.
Türkiye’nin böyle yeni genel
müdürlükler kurmadan önce, üretimi arttırması ve sonrada kalkınmanın temelinin
eğitim olduğunu görüp kabullenmesi ve buna göre çağdaş bir eğitim sistemi geliştirmesi
gerektirmektedir.
Yani dindar ve kindar
gençlik yerine çağı yakalayabilmiş genç kuşaklar yetiştirmelidir.
Dış borcun arttığı sürece Dünya’da da ne etkinliğin ve ne de saygınlığın
kalır.
Kendi kendini ve
eğitimsiz halk kitlelerini “Dünya lideri” diye kandırırsın.
Emperyalistler bugünde
borca batık ülkelerde aynen Osmanlı İmparatorluğunda ve bugünün Türkiye’sinde yaptıkları
gibi ülke içindeki hassas konuları
kaşımaya başlarlar.