Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz
günlerde Suriyeli sığınmacılar konusunda “bize daha fazla destek olmazsanız kapıları
açarız" tehdidini savurdu. Avrupa ülkelerine yönelik olan bu tehdidi
yıllardır tekrarlıyor, gereğini yapmıyor. Daha doğrusu yapamıyor.
Bu defaki değişiklik,
Fırat'ın doğusunda Türkiye'nin denetiminde kurulmasını istediği "güvenli
bölge" ile "kapıların açılmasını" ilişkilendirmiş olması.
Güvenli bölge konusu ABD ile görüşülüyor. Avrupa bu konunun doğrudan
tarafı değil ki! Garip bir şekilde, ABD ile anlaşamaz ise, cezayı
Avrupa'ya keseceği tehdidini savuruyor.
Belli ki Fırat'ın doğusu
bakımından ABD'den istediğini alamıyor. ABD, Türkiye'nin denetiminde bir
bölgeye razı değil. Derinliğin de Recep Tayyip Erdoğan’ın arzu ettiği 30
kilometreyi bulmayacağı anlaşılıyor. ABD'yi sıkıştırmak için uzun süredir
"kendi başımıza gireriz" tehdidini dillendirip duruyor. Bu tehdidin
ABD üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını görünce, bu defa tehdidin yönünü
Avrupa'ya çevirdi. Umudu, bu tehditten "korkacak" Avrupalıların ABD
üzerinde "Fırat'ın doğusunda Türkiye'nin istediğini yapın" baskısı
uygulaması.
Beyhude bir umut!
Çaresizliğin had safhaya ulaşmış olduğu görülüyor.
Bugünkü konuşmasında
kurulması mutasavver "güvenli bölgeye" ülkemizdeki Suriyelilerden bir
milyonunun yerleştirilmesinin amaçlandığını söyledi. Peki geri kalan üç milyon
kadar Suriyeli ne olacak? Veya güvenli bölge kurulamazsa Suriyelilerin tamamı
ne olacak? Bu konuda herhangi bir politikanın geliştirilmemiş olduğu ve
sığınmacıların ülkemizde kalıcı olmasının kaçınılmaz olacağı görülüyor. Bunun
toplumumuzun kültürel, sosyal ve sosyolojik yapısına vereceği onarılmaz
zararlar göz ardı ediliyor.
Recep Tayyip
Erdoğan konuşmasında muhalefetin
"geldiğimizde bunları kovacağız" dediğini ve bu tutumun "mandacı
zihniyet" olduğunu iddia etti. Muhalefet partilerinin
"kovacağız" şeklinde bir söylemde bulundukları duyulmadı. Bunun
"mandacı zihniyet" ile ne ilgisi var, o da belli değil.
Mandacılık, 1. Dünya Savaşından sonra bazı az gelişmiş
ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye erişip, bağımsızlığa
kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmek için bazı büyük
devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik
bir proje olarak düşünülmüş, ancak uygulamada geleneksel sömürgeciliğe benzer
sonuçlar doğurmuştur. Fransızca olan manda sözcüğünün kelime anlamı “yetki,
görev” demektir.
Sığınmacılar ülkelerine
dönsün demenin mandacı zihniyetle ne alakası vardır. Anlamak mümkün değildir. Zira
mandacı zihniyet ülkeye yabancıları davet etmektir. Aynen Kurtuluş Savaşında İngiliz
Mandasını isteyen “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” Amerikan Mandasını isteyen
Wilson Prensipler Cemiyeti” mensuplarının
zihniyetine sahip olmaktır.
Onun için sığınmacılar
ülkesine dönsün demenin mandacılıkla hiçbir alakası yoktur.
Zaten Cumhuriyet Halk
Partisi’nin mandacı bir zihniyete sahip olması mümkün değildir. Zira Cumhuriyet
Halk Partisi’nin 1. Kongresi sayılan Sivas Kongresinde emperyalistlerin manda ve himayesi kesin olarak reddedilmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi
doğru bir söylemde bulunarak, Esad'la temas kurarak sığınmacıların ülkelerine
dönmelerinin sağlanması gerektiğini söylüyor. Ancak, bu yönde bir
hareketlenmenin önünü açacak cesur adımları atmaktan da imtina ediyor.
Suriyelilerin burada kalıcı olmalarının tehlikelerine, bunun toplumumuzda yapacağı
ağır tahribata vurgu yapmaktan kaçınıyor. Suriyelilere karşı halkı kışkırtacak
söylemlerden elbette uzak durulmalıdır. Ancak, yönetim üzerinde baskı
oluşturulabilmesi için halkın uygun şekilde bu tehlikeler hakkında
bilinçlendirilmesi gerekiyor.