26 Şubat 2019 Salı

TÜRKİYE'DE SİYASET BÜYÜK ÖLÇÜDE ÇÜRÜMÜŞ HALDE..



Türkiye'nin en köklü partisinin genel başkanının ve yakın etrafının dış kaynaklı bir "projenin görevlisi" oldukları söyleniyor. Sadece söylense yine iyi, halkın geniş bir kesimi buna kesin olarak kanaat getirmiş durumda...
Geçmişte bir çok politikacının "ABD yandaşı" olduğu iddia edilmiştir. Süleyman Demirel'e "Morrison Süleyman" lakabı bile takılmıştır. Ancak, Demirel'in bir proje olduğu söylenmemiştir. Nitekim, o "Morrison Süleyman" 1960'lı yıllarda ABD'nin haşhaş ekiminin yasaklanması baskısına direnebilmiş, 1970'lerde de ABD üslerini ambargoya tepki olarak kapatabilmiştir.
1971'de ABD baskısına direnemeyip haşhaş ekimini tümüyle yasaklayan Nihat Erim için de öyle bir yakıştırma yapılmamıştır.
Dış kaynaklı projenin uygulayıcısı gibi vahim bir yakıştırma yapılmış olmasına karşın, genel başkan ve etrafı hiç oralı olmuyor. Bu yerleşik kanaati silmek için en ufak bir gayret göstermiyor.
Türkiye'de siyaset, bütün yönleriyle (yasama, yargı, medya, asker/sivil bürokrasi, bütçe, istihbarat vb), bir partinin ve devletin tek çatı altında bütünleştiği rejimlerdeki gibi bir manzara gösteriyor. O tek parti dışında kalan bütün siyasi partiler, sisteme meşruiyet görüntüsü veren kenar süsleri olarak işlev görüyorlar.
CHP genel başkanı bu ortamda adil ve eşit seçim yapılamayacağını söylüyor; fakat, koşulları değiştirmek için gayret göstermeyeceklerini de açıkça ifade ediyor. Siyasi partiler mevcut olumsuz koşulları düzeltmek için vardır. Bu genel başkana "o zaman neden siyaset yapıyorsunuz" diye sorulmuyor. Aynı koşulların geçerliği olduğu geçmiş seçimlere girerken kazanacakmış gibi davranarak halkı aldattı. Sonuç hep hüsran oldu. Önümüzdeki seçimlerde ne olacağını göreceğiz.
Bir yanda da, zaten küskün olan seçmenini sandıktan iyice uzaklaştırmak için hangi yanlışları yapmak gerekiyorsa, onları yapıyor.
Kamuoyunda  tabelasından başka görüntüsü kalmayan DSP, CHP yönetiminin -muhtemelen kasıtla- yaptığı yanlışları fırsat bilerek o yanlışlardan nemalanmaya çalışıyor. DSP genel başkan yardımcısı, bu devleti kuran partinin "kapatılması ve tasfiye edilmesi gerektiğini" söylemeye cüret edebiliyor. Bu yapılanların siyasi ahlakla bağdaşmadığı açık.
Daha birkaç yıl önce terör örgütü ile masaya oturan ve cemaatle "yolları beraber yürüyen" AKP'nin genel başkanı, CHP'yi bu örgütlerden (Kandil'den ve Pensilvanya'dan) talimat almakla açıkça ve ısrarla suçlayabiliyor. "Çözüm sürecine" ve cemaatçilerin devlete doldurulmasına zamanında sert tepki koymak bir yana, aksine, yardımcı bile olan CHP yönetimi bu suçlamalara inandırıcı bir karşı duruş göstermekte acz gösteriyor. 
HDP, yine AKP genel başkanının iddia ettiği gibi gerçekten "terör örgütünün siyasi kolu" ise, bu partinin serbestçe faaliyet göstermesine neden müsamaha ediliyor, kimse açıklamıyor. CHP Genel Başkanı da bunu  dile getirmiyor.
Yakın geçmişte birbirleri hakkında ağza alınmayacak hakaretler eden iki genel başkan şimdi "ittifak" içinde hareket edebiliyor. Türkiye'nin en köklü ideolojilerinden birisine (milliyetçilik) dayanan ve kısa süre önce 50. yıl dönümünü kutlamakla övünen bir siyasal parti, ideolojik kökü dışarıda (müslüman kardeşler/ılımlı islam) bir başka partinin dümen suyuna sokulabiliyor.
Türkiye bütün yönleriyle sapır sapır dökülürken, dış politikası Suriye bataklığı üzerinden ABD ve Rusya'ya rehin edilmişken, muhalif siyaset neyi nasıl düzelteceğini halka anlatmak yerine, kişisel kavgalarla işi götürerek göz boyamaya çalışıyor.
Partililer arasındaki rekabette "para"nın, nepotizm’in (akraba kayırmacılık) yaygın şekilde kullanıldığı rivayetleri almış başını gidiyor.
Bu çürümüş siyasi yapı Türkiye'nin geleceği bakımından ümit vermiyor.Ama biz Atatürkçülere umutsuzluk yakışmaz, bu kötü gidişe dur diyecek olan yine de biziz.