Türkiye'nin en köklü
partisinin genel başkanının ve yakın etrafının dış kaynaklı bir "projenin
görevlisi" oldukları söyleniyor. Sadece söylense yine iyi, halkın geniş
bir kesimi buna kesin olarak kanaat getirmiş durumda...
Geçmişte bir çok
politikacının "ABD yandaşı" olduğu iddia edilmiştir. Süleyman
Demirel'e "Morrison Süleyman" lakabı bile takılmıştır. Ancak,
Demirel'in bir proje olduğu söylenmemiştir. Nitekim, o "Morrison
Süleyman" 1960'lı yıllarda ABD'nin haşhaş ekiminin yasaklanması baskısına
direnebilmiş, 1970'lerde de ABD üslerini ambargoya tepki olarak
kapatabilmiştir.
1971'de ABD baskısına
direnemeyip haşhaş ekimini tümüyle yasaklayan Nihat Erim için de öyle bir
yakıştırma yapılmamıştır.
Dış kaynaklı projenin
uygulayıcısı gibi vahim bir yakıştırma yapılmış olmasına karşın, genel başkan
ve etrafı hiç oralı olmuyor. Bu yerleşik kanaati silmek için en ufak bir gayret
göstermiyor.
Türkiye'de siyaset,
bütün yönleriyle (yasama, yargı, medya, asker/sivil bürokrasi, bütçe,
istihbarat vb), bir partinin ve devletin tek çatı altında bütünleştiği
rejimlerdeki gibi bir manzara gösteriyor. O tek parti dışında kalan bütün
siyasi partiler, sisteme meşruiyet görüntüsü veren kenar süsleri olarak işlev
görüyorlar.
CHP genel başkanı bu
ortamda adil ve eşit seçim yapılamayacağını söylüyor; fakat, koşulları
değiştirmek için gayret göstermeyeceklerini de açıkça ifade ediyor. Siyasi
partiler mevcut olumsuz koşulları düzeltmek için vardır. Bu genel başkana
"o zaman neden siyaset yapıyorsunuz" diye sorulmuyor. Aynı koşulların
geçerliği olduğu geçmiş seçimlere girerken kazanacakmış gibi davranarak halkı
aldattı. Sonuç hep hüsran oldu. Önümüzdeki seçimlerde ne olacağını göreceğiz.
Bir yanda da, zaten
küskün olan seçmenini sandıktan iyice uzaklaştırmak için hangi yanlışları
yapmak gerekiyorsa, onları yapıyor.
Kamuoyunda
tabelasından başka görüntüsü kalmayan DSP, CHP yönetiminin -muhtemelen kasıtla-
yaptığı yanlışları fırsat bilerek o yanlışlardan nemalanmaya çalışıyor. DSP
genel başkan yardımcısı, bu devleti kuran partinin "kapatılması ve tasfiye
edilmesi gerektiğini" söylemeye cüret edebiliyor. Bu yapılanların siyasi
ahlakla bağdaşmadığı açık.
Daha birkaç yıl önce
terör örgütü ile masaya oturan ve cemaatle "yolları beraber yürüyen"
AKP'nin genel başkanı, CHP'yi bu örgütlerden (Kandil'den ve Pensilvanya'dan)
talimat almakla açıkça ve ısrarla suçlayabiliyor. "Çözüm sürecine" ve
cemaatçilerin devlete doldurulmasına zamanında sert tepki koymak bir yana,
aksine, yardımcı bile olan CHP yönetimi bu suçlamalara inandırıcı bir karşı
duruş göstermekte acz gösteriyor.
HDP, yine AKP genel
başkanının iddia ettiği gibi
gerçekten "terör örgütünün siyasi kolu" ise, bu partinin serbestçe
faaliyet göstermesine neden müsamaha ediliyor, kimse açıklamıyor. CHP Genel
Başkanı da bunu dile getirmiyor.
Yakın geçmişte
birbirleri hakkında ağza alınmayacak hakaretler eden iki genel başkan şimdi
"ittifak" içinde hareket edebiliyor. Türkiye'nin en köklü
ideolojilerinden birisine (milliyetçilik) dayanan ve kısa süre önce 50. yıl
dönümünü kutlamakla övünen bir siyasal parti, ideolojik kökü dışarıda (müslüman
kardeşler/ılımlı islam) bir başka partinin dümen suyuna sokulabiliyor.
Türkiye bütün yönleriyle
sapır sapır dökülürken, dış politikası Suriye bataklığı üzerinden ABD ve
Rusya'ya rehin edilmişken, muhalif siyaset neyi nasıl düzelteceğini halka
anlatmak yerine, kişisel kavgalarla işi götürerek göz boyamaya çalışıyor.
Partililer arasındaki
rekabette "para"nın, nepotizm’in (akraba kayırmacılık) yaygın şekilde
kullanıldığı rivayetleri almış başını gidiyor.
Bu çürümüş siyasi yapı
Türkiye'nin geleceği bakımından ümit vermiyor.Ama biz Atatürkçülere umutsuzluk
yakışmaz, bu kötü gidişe dur diyecek olan yine de biziz.