Ahmet Hakan geçtiğimiz günlerde aynen şunları yazmış:
"EN aklı başında... Komploculuktan en uzak...
Düzgün bir muhalefete ihtiyaç duyan...Hemen herkesten...Son günlerde en çok
işittiğim cümle şu:
“Ben artık CHP’nin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir proje
olduğuna kesin olarak inanıyorum.”
Sözü edilen "proje"yi yazan "üst
akıl"ın yurtdışında olduğunu söylemeye gerek var mı!
O üst aklın eli, NATO üyesi olduğumuz 1952'den beri
ülkemizin içinden hiç çekilmedi. Dış ilişkilerimizi, iç-dış güvenlik, ekonomi,
tarım, eğitim politikalarımızı, akla gelen her alanı yönlendirdi. Bazen
uzaktan, dolaylı yönlendirme ile yetinmedi, 1960, 1971, 1980 askeri
müdahalelerini teşvik ederek, Türkiye'nin rotasında doğrudan daha sert
"düzeltmeler" yaptı. Son defa 2016'da darbeyi acemilerle işbirliği
ile gerçekleştirmeye çalışınca, yüzüne gözüne bulaştırdı. Türkiye'yi aracıyla
değil, doğrudan yönetme hevesi kursakta kaldı.
Dikkat edilirse, "başarılı" olan 1960 ve
1980 müdahalelerinde güçlü siyasi geleneklerin partilerinin kapatılması ve
gençliğin siyaset dışına çıkarılması yoluyla, Türkiye'nin siyasi yapısının
çökertilmesi, muhalif seslerin kısıtlanması, böylece, ülkemizin dış etkilere
direnme gücünün kırılması hedeflenmişti. "Üst akıl" bunda başarılı da
oldu. Bunun örnekleri için Evren'in kabul ettiği "Rogers Planı"na ve
Özal'ın Türkiye'ye "armağanı" olan ve vahim sonuçlara yol açan
"çekiç güç"e bakmak yeterlidir.
Ne var ki, "üst akıl" bu başarıları sürekli
kılmayı sağlayamadı. Kapatılan siyasi partiler veya onların yerine başkaları
zaman içinde yeniden güçlü şekilde ortaya çıktılar. Muhalif siyasetler
geleneksel güçlerini geri kazandılar. Oysa, Türkiye içindeki ve çevresindeki
emperyalist projelerin gerçekleştirilmesi için iktidardaki ve muhalefetteki uysal
siyasi yapının uzun zamana yayılmasına ihtiyaç vardı.
AKP bu ihtiyacın ürünü olan bir "ılımlı
islam" projesinin partisidir. Bu siyasi partiye üst üste seçim
kazandırılarak, Türkiye'yi çok uzun süredir yönetmesi sağlanabilmiştir.
Fakat "üst akıl" bu defa sahiden
"akıllı" davrandı. Sadece ülkeyi yönetecek kadroları projelendirmekle
yetinmedi. Türkiye'nin demokrasi geçmişinde her zaman güçlü yeri olan muhalif
siyasi yapılara da el attı. Bülent Ecevit'in son başbakanlığı döneminde gördüğü
bu ihtiyaç, 1 Mart tezkeresinin reddi ile "olmazsa olmaz" hale geldi.
CHP'ne yapılan Mayıs 2010 operasyonu bu ihtiyacın
karşılanmasını amaçlamıştı.
Nitekim o operasyondan sonra CHP adım adım
"uysallaştırıldı". İç ve dış politikalar bakımından tamamen
etkisizleştirildi. Türkiye'nin hemen tümüyle emperyalist güçlerin dümen suyuna
sokmasına direniş göstermedi.
CHP, Deniz Baykal ve etrafındaki yurtsever, donanımlı,
bağımsızlıkçı, dişli kadrolarla yönetiliyor olsa idi, sahte davalar üzerinden
devletin ve TSK'nın çağdaş kadroları tasfiye edilebilir miydi? Eğitim dinci
yapılara terk edilir miydi? "Çözüm süreci" kepazeliği yaşanır mıydı?
Türkiye, Suriye macerasına batar mıydı? Laiklik rafa kaldırılabilir miydi?
Seçimlerde ayyuka çıkan sahtecilik iddiaları karşısında hareketsiz kalınır
mıydı?
Bu tablonun tümü değerlendirilirse, 2010 sonrası
CHP'nin ve onu yönetenlerin "proje" olmadıklarını ve bir
"görev" ifa etmediklerini söylemek mümkün mü?
Kuşkusuz okuyucu
daha iyi değerlendirir; ama, şimdiden görülebilen, 16 Nisan'da ve 24
Haziran'da küstürülen CHP seçmeninin önemli bir kesiminin tepki olarak sandığa
gitmekten imtina edeceğidir. Parti yönetimi bu "küskünleri" kazanmak
için en küçük bir gayret göstermiyor. Aksine, aday belirleme süreçlerindeki
gelişmelerin bu küskünlüğü ve tepkiyi keskinleştirdiği görülüyor. Hal böyle
olunca seçimlerin sonucunu tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor.
CHP tabanındaki (henüz fazla seslendirilmeyen) kanaat,
yönetimdeki mevcut kadronun "görevini" 31 Mart seçimleri ile
tamamlayarak sahneden çekileceği; ancak çekilirken, yerlerini kendileri gibi
olanlara bırakmak için ne lazımsa yapacağı şeklindedir.
Çok geniş kitlelerin kendisinden artık tamamen ümit
kestikleri ve haklı tepkilerin sebebi olan Kemal Kılıçdaroğlu seçimler sonrası
görevi bırakacağını ve kurultay çağrısı yapacağını 31 Mart'dan kısa süre
önce açıklamaya zorlanabilirse, belki küskün kitlelerde bir
hareketlenme olabilir.
Aksi halde durum hiç iç açıcı görünmüyor..