Hayatının kırk küsur
yılını diplomasiye vermiş bir ulusalcı diplomatın görüşlerini sizinle paylaşmak
istiyorum:
Fransa Cumhurbaşkanı
Macron dört gün önce çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Aynen şunları söyledi:
".... ''Rusya ve Türkiye ile
ilişkileri düşünmeden uzun vadeli bir Avrupa'yı inşa edemeyiz.... Son bir yılı
biraz aşkın süredir kendisiyle açıklanmamış yoğun temas içinde bulunduğum Türk
Cumhurbaşkanı'nın hergün teyid edilen projesi muntazaman Avrupa karşıtı olarak
görünen bir pan-islamist proje ise ve düzenli olarak aldığı tedbirler
ilkelerimize epeyce aykırı ise, Türkiye'nin AB üyeliğini konuşmaya devam
edeceğimizi açık ve samimi bir şekilde düşünüyor muyuz?"
"..AB üyeliği değil de
stratejik ortaklık inşa etmek lazım. Bu iki güç toplu güvenliğimiz için önemli
olduğundan Rusya ve Türkiye ile stratejik ortaklık lazım, onların Avrupa ile
bağlı olması lazım."
"...Soğuk
savaştan çıktık ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'si Cumhurbaşkanı Kemal'in
Türkiye'si değil. Bu iki gerçek ortada ve bunlardan bütün sonuçları
çıkarmalıyız.."
Fransa herhangi bir AB
üyesi değil. O nedenle, Macron'un ifadelerini AB'nin kısa ve orta vadede
Türkiye'ye bakışının nasıl şekilleneceğinin işareti olarak görmek gerekir.
Macron'un sözlerinde Türkiye
ile ilgili çok önemli iki mesaj öne çıktı.
Bunlardan birincisi, Türkiye'nin AB
üyeliğinin artık söz konusu edilmeyeceğidir. Macron, bunun gerekçesi
olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa karşıtı pan-islamist bir proje
yürütüyor ve ülkede yaptığı uygulamaların AB ilkeleri ile çelişiyor olmasını
gösterdi.
Eskiden beri
Türkiye'ye AB yolunun açılmamasının gerekçesi (buna "bahanesi" de
diyebiliriz) olarak ortaya konulan demokrasi, insan hakları, komşularla
ilişkiler gibi alanlardaki eksikliklerin üzerine şimdi, Macron'un deyişiyle,
Cumhurbaşkanının uyguladığı islamcı proje de eklenmiş oluyor.
New York'daki 11 Eylül
2001 saldırılarından sonra batı ülkelerinde bir islam karşıtlığının
kışkırtılacağı belli idi. Nüfusunun neredeyse tamamı müslüman olan Türkiye'nin
bu karşıtlığın hedefi olmaktan kurtulması, esasen anayasasının temel
hükümlerinden de olan laiklik ilkesine sıkı sıkıya sarılması ile mümkün
olabilirdi.
Ne yazık ki, 11 Eylül
saldırılarından bir yıl sonra iktidarı ele geçiren AKP, bunun tam tersini yaptı.
Bütün iç ve dış politikalarını din eksenli olarak planladı ve uyguladı.
Macron yukarıdaki
sözleri sanki hiç söylememiş gibi, o sözlerden birkaç gün sonra, 29 Ağustos
günü, dört bakanımız "Reform Eylem Grubu" adı altında çok gösterişli
bir toplantı yaptılar ve “Türkiye'nin, AB üyelik
hedefi doğrultusunda önümüzdeki süreçte çalışmalarına kararlılıkla devam
edeceğini"açıkladılar. Dışişleri Bakanı toplantı sonrası yaptığı
açıklamada, ayrıca, vize serbestliği sağlanması için karşılanması gereken altı kriterin
kaldığını ifade etti.
AKP,
iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi, yeniden AB üyeliği aldatmacasına
sarılmış durumda. Yandaş gazeteler "AB atağı", "Avrupa
yürüyüşü" gibi başlıklarla çıktılar. Öyle bir hava yaratılıyor ki,
Avrupa Birliği ABD'ne karşı Türkiye'yi destekliyor, üyelik müzakerelerinde
ilerleme sağlanacak ve kalan az sayıdaki kriter karşılanınca vize
serbestliği gerçekleşecek.
Bunların
hiçbirisinin olmayacağını, aklımızla alay edildiğini anlatacak ne medya var, ne
de siyasetçi....
Macron'un
sözlerindeki ikinci mesaj, Türkiye'nin Avrupa bakımından
artık Rusya ile aynı kategoriye konulmuş olduğudur. Bu tavır, batılı ülkelerin
ikiyüzlü tavrını ortaya koyması bakımından ibretliktir.Soğuk savaş yıllarında
NATO'nun güneydoğu kanadını SSCB'ne karşı büyük fedakarlıklarla korurken
kendilerinden birisi olarak sırtını sıvazladıkları Türkiye'ye artık ihtiyaçları
kalmadı. Avrupalılar için Türkiye'nin işlevi, sığınmacı akımı başta, orta
ve yakın doğunun her türlü kötülüğünün kendilerine sıçramaması için bir baraj
oluşturmasından ibaret. Türkiye ile ilişkilerini önümüzdeki dönemde bu temel
eksen üzerinden şekillendirecekler.
Dar
görüşlü, vizyonsuz Macron..
Macron,
"Erdoğan gerçeğini" kabul ve o gerçekle yaşayabileceklerini ima eden
sözleri ile ise, stratejik vizyonu olmayan, dar görüşlü bir politikacı profili
çiziyor. Kısa erimli çıkarları koruma telaşı içinde, genel olarak dünyanın,
özel olarak da batılı ülkelerin uzun erimli çıkarlarını göremiyor.
Macron,
nüfusunun neredeyse tamamı müslüman olmasına karşın, batılı değerler üzerinden
demokratik ve laik bir devlet kurmayı amaçlayan -kendi deyişiyle-
"Kemal'in Türkiye'si"nin bu hedefinde başarıya ulaşmasının dünyanın,
Avrupa'nın ve Orta Doğu'nun barış ve istikrarı bakımından önemini anlamakta acz
gösteriyor. Türkiye'de uygulandığını söylediği "pan islamist"
projenin bölgede ve Avrupa'da yol açabileceği vahim gelişmelerin ayırdında
değil.
Macron'un
bu tavrı ne yazık ki başka batılı politikacılar ve medya tarafından da yaygın
şekilde paylaşılan bir tavırdır. Türkiye'nin batılı değerlerden uzaklaştığını,
otoriter ve islamcı bir rejime sürüklendiğini görüyorlar, ancak, herhangi bir
itirazları olmadığı gibi, bundan rahatsızlık da duymuyorlar. İlişkileri tek
adam üzerinden yürütmek işlerine geliyor. Türkiye'nin laik olması veya olmaması
umurlarında değil. Bu umursamazlıklarının olası uzun erimli vahim sonuçları ile
ilgili değiller.
Türkiye'nin
bu gerçekleri görmesi ve batı ile ilişkilerini buna göre düzenlemesi
gerekir. Ancak, en son yapılacak olan, batıyı düşman ilan edip, başka
limanlar arayışına girmektir. Batı ile ilişkiler ve mücadele ancak batılı
değerler üzerinden yürütülürse başarılı olur ve hedefine ulaşır. Bunu da ancak
hukukun üstün olduğu, çağdaş, kuvvetler ayrılığına dayanan, özgürlükçü bir
demokratik rejim başarabilir.
CHP,
olan bitenin yine farkında değil..
Macron'un
sözlerine AKP sözcüsü Ömer Çelik ayrıntılı açıklamalarla tepki gösterdi.
Türkiye'nin, "kurucu liderinin gösterdiği hedefler doğrultusunda
yürüdüğünün" altını çizdi.
AKP
bu duyarlılığı gösterirken (ve ilk kez "kurucu lider" tanımını ağzına
almışken), CHP gelişmelere ne diyecek acaba diye merak ettim. Gerçekleri halka
anlatırlar ümidini taşıdım. Atlamış olabilirim; ama, öyle olmadı. Belki cılız
bir ses verdiler de ben duymadım.
Bu
tepkisizlik, "Kemal'in Türkiye'si"nin bittiğinin o Türkiye'nin kurucu
partisi olan CHP tarafından da kabul edildiği anlamına mı geliyor? Avrupa
Birliği aldatmacasına CHP de mi kanıyor?