3 Eylül 2018 Pazartesi

Dar görüşlü, vizyonsuz Macron..



Hayatının kırk küsur yılını diplomasiye vermiş bir ulusalcı diplomatın görüşlerini sizinle paylaşmak istiyorum:

Fransa Cumhurbaşkanı Macron dört gün önce çok çarpıcı açıklamalar yaptı. Aynen şunları söyledi:
"....  ''Rusya ve Türkiye ile ilişkileri düşünmeden uzun vadeli bir Avrupa'yı inşa edemeyiz.... Son bir yılı biraz aşkın süredir kendisiyle açıklanmamış yoğun temas içinde bulunduğum Türk Cumhurbaşkanı'nın hergün teyid edilen projesi muntazaman Avrupa karşıtı olarak görünen bir pan-islamist proje ise ve düzenli olarak aldığı tedbirler ilkelerimize epeyce aykırı ise, Türkiye'nin AB üyeliğini konuşmaya devam edeceğimizi açık ve samimi bir şekilde düşünüyor muyuz?"
"..AB üyeliği değil de stratejik ortaklık inşa etmek lazım. Bu iki güç toplu güvenliğimiz için önemli olduğundan Rusya ve Türkiye ile stratejik ortaklık lazım, onların Avrupa ile bağlı olması lazım."
"...Soğuk savaştan çıktık ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'si Cumhurbaşkanı Kemal'in Türkiye'si değil. Bu iki gerçek ortada ve bunlardan bütün sonuçları çıkarmalıyız.."
Fransa herhangi bir AB üyesi değil. O nedenle, Macron'un ifadelerini AB'nin kısa ve orta vadede Türkiye'ye bakışının nasıl şekilleneceğinin işareti olarak görmek gerekir.
Macron'un sözlerinde Türkiye ile ilgili çok önemli iki mesaj öne çıktı. 
Bunlardan birincisi, Türkiye'nin AB üyeliğinin artık söz konusu edilmeyeceğidir. Macron, bunun gerekçesi olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa karşıtı pan-islamist bir proje yürütüyor ve ülkede yaptığı uygulamaların AB ilkeleri ile çelişiyor olmasını gösterdi.
Eskiden beri Türkiye'ye AB yolunun açılmamasının gerekçesi (buna "bahanesi" de diyebiliriz) olarak ortaya konulan demokrasi, insan hakları, komşularla ilişkiler gibi alanlardaki eksikliklerin üzerine şimdi, Macron'un deyişiyle, Cumhurbaşkanının uyguladığı islamcı proje de eklenmiş oluyor.
New York'daki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra batı ülkelerinde bir islam karşıtlığının kışkırtılacağı belli idi. Nüfusunun neredeyse tamamı müslüman olan Türkiye'nin bu karşıtlığın hedefi olmaktan kurtulması, esasen anayasasının temel hükümlerinden de olan laiklik ilkesine sıkı sıkıya sarılması ile mümkün olabilirdi.
Ne yazık ki, 11 Eylül saldırılarından bir yıl sonra iktidarı ele geçiren AKP, bunun tam tersini yaptı. Bütün iç ve dış politikalarını din eksenli olarak planladı ve uyguladı. 
Macron yukarıdaki sözleri sanki hiç söylememiş gibi, o sözlerden birkaç gün sonra, 29 Ağustos günü, dört bakanımız "Reform Eylem Grubu" adı altında çok gösterişli bir toplantı yaptılar ve Türkiye'nin, AB üyelik hedefi doğrultusunda önümüzdeki süreçte çalışmalarına kararlılıkla devam edeceğini"açıkladılar. Dışişleri Bakanı toplantı sonrası yaptığı açıklamada, ayrıca, vize serbestliği sağlanması için karşılanması gereken altı kriterin kaldığını ifade etti. 
AKP, iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi, yeniden AB üyeliği aldatmacasına sarılmış durumda. Yandaş gazeteler "AB atağı", "Avrupa yürüyüşü" gibi başlıklarla çıktılar. Öyle bir hava yaratılıyor ki, Avrupa Birliği ABD'ne karşı Türkiye'yi destekliyor, üyelik müzakerelerinde ilerleme sağlanacak ve kalan az sayıdaki kriter karşılanınca vize serbestliği gerçekleşecek.
Bunların hiçbirisinin olmayacağını, aklımızla alay edildiğini anlatacak ne medya var, ne de siyasetçi....
Macron'un sözlerindeki ikinci mesaj, Türkiye'nin Avrupa bakımından artık Rusya ile aynı kategoriye konulmuş olduğudur. Bu tavır, batılı ülkelerin ikiyüzlü tavrını ortaya koyması bakımından ibretliktir.Soğuk savaş yıllarında NATO'nun güneydoğu kanadını SSCB'ne karşı büyük fedakarlıklarla korurken kendilerinden birisi olarak sırtını sıvazladıkları Türkiye'ye artık ihtiyaçları kalmadı.  Avrupalılar için Türkiye'nin işlevi, sığınmacı akımı başta, orta ve yakın doğunun her türlü kötülüğünün kendilerine sıçramaması için bir baraj oluşturmasından ibaret. Türkiye ile ilişkilerini önümüzdeki dönemde bu temel eksen üzerinden şekillendirecekler.
Dar görüşlü, vizyonsuz Macron..
Macron, "Erdoğan gerçeğini" kabul ve o gerçekle yaşayabileceklerini ima eden sözleri ile ise, stratejik vizyonu olmayan, dar görüşlü bir politikacı profili çiziyor. Kısa erimli çıkarları koruma telaşı içinde, genel olarak dünyanın, özel olarak da batılı ülkelerin uzun erimli çıkarlarını göremiyor.
Macron, nüfusunun neredeyse tamamı müslüman olmasına karşın, batılı değerler üzerinden demokratik ve laik bir devlet kurmayı amaçlayan -kendi deyişiyle- "Kemal'in Türkiye'si"nin bu hedefinde başarıya ulaşmasının dünyanın, Avrupa'nın ve Orta Doğu'nun barış ve istikrarı bakımından önemini anlamakta acz gösteriyor. Türkiye'de uygulandığını söylediği "pan islamist" projenin bölgede ve Avrupa'da yol açabileceği vahim gelişmelerin ayırdında değil. 
Macron'un bu tavrı ne yazık ki başka batılı politikacılar ve medya tarafından da yaygın şekilde paylaşılan bir tavırdır. Türkiye'nin batılı değerlerden uzaklaştığını, otoriter ve islamcı bir rejime sürüklendiğini görüyorlar, ancak, herhangi bir itirazları olmadığı gibi, bundan rahatsızlık da duymuyorlar. İlişkileri tek adam üzerinden yürütmek işlerine geliyor.     Türkiye'nin laik olması veya olmaması umurlarında değil. Bu umursamazlıklarının olası uzun erimli vahim sonuçları ile ilgili değiller.
Türkiye'nin bu gerçekleri görmesi ve batı ile ilişkilerini buna göre düzenlemesi gerekir. Ancak, en son yapılacak olan, batıyı düşman ilan edip, başka limanlar arayışına girmektir. Batı ile ilişkiler ve mücadele ancak batılı değerler üzerinden yürütülürse başarılı olur ve hedefine ulaşır. Bunu da ancak hukukun üstün olduğu, çağdaş, kuvvetler ayrılığına dayanan, özgürlükçü bir demokratik rejim başarabilir.
CHP, olan bitenin yine farkında değil..
Macron'un sözlerine AKP sözcüsü Ömer Çelik ayrıntılı açıklamalarla tepki gösterdi. Türkiye'nin, "kurucu liderinin gösterdiği hedefler doğrultusunda yürüdüğünün" altını çizdi.
AKP bu duyarlılığı gösterirken (ve ilk kez "kurucu lider" tanımını ağzına almışken), CHP gelişmelere ne diyecek acaba diye merak ettim. Gerçekleri halka anlatırlar ümidini taşıdım. Atlamış olabilirim; ama, öyle olmadı. Belki cılız bir ses verdiler de ben duymadım.
Bu tepkisizlik, "Kemal'in Türkiye'si"nin bittiğinin o Türkiye'nin kurucu partisi olan CHP tarafından da kabul edildiği anlamına mı geliyor? Avrupa Birliği aldatmacasına CHP de mi kanıyor?