Ülkede otoriter bir tek adam rejimi
kurulmuşken, adaletsiz seçim kampanyalarıyla kamu kaynakları tamamen iktidar
lehine kullanılırken yapılacak bir seçimin adil koşullarda olacağını varsaymak
safdillik olur.
Demokratik yöntemlerle iktidara gelip, anti
demokratik yöntemlere sapan, kuvvetler ayrılığını yok eden, yargı
bağımsızlığını ortadan kaldıran bu
iktidara karşı demokratik haklarımızı kullanarak, hiçbir mazeretin arkasına
saklanmadan oyumuzu kullanıp sandığa sahip çıkarak Tayyip Erdoğan yönetimini
alaşağı etmeliyiz.
Ondan sonra görev, yeni seçilecek ve “Millet
İttifakı” ile çoğunluğu eline geçiren parlamentonundur.
Süratle geçmiş 16 yılın
yolsuzluklarının hesabını sormak
gerekecektir. Sade yolsuzlukların değil, anayasa ihlallerinin de hesabını
sormak gerekir.
Anayasamızın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlığını taşıyan 138. Maddesinin 2.
Fıkrası “Hiçbir organ, makam, merci veya
kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat
veremez; genelge gönderemez; tavsiye veya telkinde” bulunamaz, hükmünü
getirmiştir.
15-27 Aralık tapelerinde ortaya saçılan
yolsuzlukların ve diğer bütün hırsızlık ve yolsuzlukların hesabı sorulmalıdır.
Ama asıl önemlisi 16 Yıllık AKP iktidarı dönemindeki meclis çoğunluğuna
dayanılarak anayasa ihlallerinin hesabı sorulmalıdır.
Anayasalar toplumsal uzlaşı metinleridir. Bu
metinler meclis çoğunluğunu her ele geçiren parti ya da partilerin diledikleri
şekilde değiştirip, çiğneyebilecekleri metinler değildir.
Nitekim Anayasamızın ayrılmaz bir parçası
olan “Başlangıç” bölümünün 3. Paragrafında “…..millet adına kullanmaya yetkili
kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;” hükmünü
getirmiştir.
Anayasa Mahkemesi de 1963/173 E. 1965/40 K.
Ve 26.9.1965 tarihli kararında, Anayasayı değiştirme yetkisinin “ Türk
toplumunu daha ileri uygarlık düzeyine çıkarmak için Anayasanın ruhuna uygun
değişimlere imkan sağlamak maksadıyla kabul edilmiş olduğu söz götürmez bir
gerçektir” diyerek, üstü kapalı olarak, anayasayı değiştirme yetkisine
zımni bir sınırlamayı kabul etmiştir.
16 Yıllık AKP İktidarının yaptığı anayasa
değişikliklerine baktığınız zaman bunların hiçbiri ülkeyi muasır medeniyet
seviyesinin üstüne çıkartmaya yönelik olmadığı tam aksine kuvvetler ayrımını
yok eden, tek adam istipdanın tesisine
yönelik olduğu açıkça görülmektedir.
Bu meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP
grubunun anayasayı açıkça ihlal etmesidir.Yani iktidarın sahip olduğu yetkisini
suiistimal etmesi, manevi cebirdir. Bu da hukuka
aykırılık oluşturur
Hürriyetçi demokrasinin, kuvvetler
ayrılığının olmazsa olmaz koşullarından
biri Yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsızlığı AKP iktidarı tarafından yok
edilmiş, yargı iktidarın emrine sokulmuştur.
Bu nedenledir ki; anayasanın hiç kimsenin
mahkemelere tavsiye veya telkinde bulunamayacağı ilkesi göz ardı edilerek,
Cumhurbaşkanı görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak, “en ağır cezayı alacaklar” diyebilmekte, bu söz üzerine yetkisiz
mahkeme de sanıklara ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası verebilmektedir.
Bir hukuk devletinde olmazsa olmaz
koşullardan biri de özgür basındır.
Anayasamızın 133. Maddesinin son fıkrası
“Devletçe kamu tüzel kişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile
kamu tüzel kişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” demektedir.
Ancak AKP iktidarı döneminde TRT tarafsız
bir yayın kuruluşu olmaktan çıkmış, siyasi iktidarın borazanı haline gelmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi Cumhurbaşkanı
adayının açıklamalarına hiç veya gereği kadar yer vermezken, iktidar
sahiplerinin her türlü hiçbir haber değeri olmayan açıklamalarını dakikalarca
yayınlamakta bir sakınca görmemektedir.
Bu durum anayasanın açıkça ihlalidir.
Tarihten husumet çıkartılmasından yana
değilim ama yakın siyasi tarihimiz bu tür anayasa ihlallerinin acı sonuçlarıyla
doludur.