27 Kasım 2017 Pazartesi

ZARRAP DAVASI


Yazılı, görsel basın ve bir kısım siyasetçiye bakıyorum, birilerinin önce “hayırsever işadamı” dediği; şimdilerde ise “Canı cehenneme” denen Reza Zarrap davası nedeniyle bilen bilmeyen herkes İran’a uygulanan ambargo konusunda  sallayıp duruyor.
New York’da başlayacak dava Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin  aldığı yaptırım kararları ile Amerika Birleşik Devletleri’nin tek taraflı aldığı yaptırım kararları birine karıştırılıyor.
New York’da görülecek davanın konusu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı aldığı dolayısıyla - Birleşmiş Milletler üyesi ülkeleri için bağlayıcı olan- yaptırım kararları gerekçesiyle açılmış bir dava değildir. Yani Türkiye ne New York’da görülecek bu dava da bu nedenle suçlanmadığı gibi, şimdiye kadar başka bir ortamda da aynı nedenlerle de suçlanmadı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran hakkında 2006, 2007, 2008 ve 2010 yıllarında yaptırım kararları aldı. Ancak bu kararlar İran ekonomisini felç edecek, petrol ve doğalgaz ihracını yasaklamış  kararlar değildi.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi böyle kararlar almak istediği zamanda da Rusya ve Çin bunu engelledi.
Durum böyle olunca Türkiye’nin İran’dan petrol ve doğalgaz ithal etmesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal etmiş olmadığından gereksiz yere kendimizi savunmamızın gereği yoktur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey’nin İran’a getirdiği kısıtlamalardan biri de Bazı İran bankaları ile mali ilişkilere girmeye yasaklar getirildi.
Bu nedenle, Türkiye, İran’dan aldığı petrol ve doğalgazın paralarını ödemek için BMGK’nin koyduğu işlem yasaklarını ihlal etmemek için uluslar arası bankalar sistemi dışında başka ödeme yolları kullanmış olmasında bir sorun yok. Bu yollar kullanılırken Türkiye’de rüşvet verilmesi olayı var ise, ki bana göre var-, bunlar bizim iç hukuk sorunlarımızdır.
New York’daki dava da sanıklar BMGK kararlarını ihlal etmekten değil, ABD’nin İran ile ilgili olarak koyduğu yasakları ihlal ettikleri için yargılanıyorlar. İddia bu ihlallerin, İran’ın çıkarı için, Amerika Birleşik Devletlerinin mali sistemini delmeye yönelik, gizli işlemler yapmak, bu işlemleri yaparken de ABD bankalarının  muhabirlik hizmetlerinden yararlanmak için bu işlemler hakkında ABD makamlarına yalan söyleyerek bu işlemlerden kazanılan paraları aklamak, işlemleri kolaylaştırmak için rüşvet alıp vermek ve sahte belgeler düzenlemekle suçlanıyorlar.
Bu konularda Türkiye’nin de dikkatli davranması gerekirdi. ABD’nin İran için koyduğu yasakların, hudut komşumuz olması nedeniyle ve İran’dan petrol aldığımız anlatılarak bu konuda istisna talep edilebilinirdi.
Ama bu yola gidilmemiş bazılarının ceplerini dolduracak kolay bir yol seçilmiş ve şimdiki durumla karşı karşıya kalınmıştır.
Bir diğer nokta da bu ülkenin Başbakanı 2016 yılı Nisan ayında kabul edilen “6706 sayılı, Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunun” var iken çıkıp, Zarrap’ın durumuyla ilgili olarak, kendisini çok zeki, herkesi aptal kabul ederek ve  peşinen siyasileri ve bürokratları korumak için insan hakları ihlalinden söz etmesidir.
        Yani bu yasanın 7. Maddesini 1/Ç fıkrası “Adli yardımlaşma  talebi kapsamında  ilgili devletin (yani bu olayda ABD) iç hukukuna uygun olarak yerine getirdiği işlemler, Türk hukuku bakımından da geçerli sayılır” hükmünü taşımaktadır.
Yani New York’daki yargılamada, bir kısım siyasetçilerin, bürokratların ses kayıtları ve diğer bulgular New York mahkemesi tarafından geçerli sayılırsa bunlar    Türkiye de geçerli delil sayılacaktır.
Bunun tek istisnası bu delillerin Amerika’da işkence ile hapla elde edilmiş olursa Türk Hukuku açısından geçersizdir.
İşte bu nedenle Başbakan insan hakları ihlalinden söz ediyor, bir başkası da ilaç verildiğini söylüyor. Yani kendilerince peşinen bazı siyasi ve bürokratları koruma altına  aldığını zannediyor.