Yazılı, görsel basın ve bir kısım
siyasetçiye bakıyorum, birilerinin önce “hayırsever işadamı” dediği; şimdilerde
ise “Canı cehenneme” denen Reza Zarrap davası nedeniyle bilen bilmeyen herkes
İran’a uygulanan ambargo konusunda
sallayıp duruyor.
New York’da başlayacak dava Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı
yaptırım kararları ile Amerika Birleşik Devletleri’nin tek taraflı aldığı
yaptırım kararları birine karıştırılıyor.
New York’da görülecek davanın konusu,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı aldığı dolayısıyla - Birleşmiş Milletler üyesi
ülkeleri için bağlayıcı olan- yaptırım kararları gerekçesiyle açılmış bir
dava değildir. Yani Türkiye ne New York’da görülecek bu dava da bu nedenle
suçlanmadığı gibi, şimdiye kadar başka bir ortamda da aynı nedenlerle de
suçlanmadı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran
hakkında 2006, 2007, 2008 ve 2010 yıllarında yaptırım kararları aldı. Ancak bu
kararlar İran ekonomisini felç edecek, petrol ve doğalgaz ihracını yasaklamış kararlar değildi.Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi böyle kararlar almak istediği zamanda da Rusya ve Çin bunu engelledi.
Durum böyle olunca Türkiye’nin İran’dan
petrol ve doğalgaz ithal etmesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
kararlarını ihlal etmiş olmadığından gereksiz yere kendimizi savunmamızın
gereği yoktur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey’nin
İran’a getirdiği kısıtlamalardan biri de Bazı
İran bankaları ile mali ilişkilere girmeye yasaklar getirildi.
Bu nedenle, Türkiye, İran’dan aldığı petrol
ve doğalgazın paralarını ödemek için BMGK’nin koyduğu işlem yasaklarını ihlal
etmemek için uluslar arası bankalar sistemi dışında başka ödeme yolları
kullanmış olmasında bir sorun yok. Bu yollar kullanılırken Türkiye’de rüşvet
verilmesi olayı var ise, ki bana göre var-, bunlar bizim iç hukuk sorunlarımızdır.
New York’daki dava da sanıklar BMGK
kararlarını ihlal etmekten değil, ABD’nin
İran ile ilgili olarak koyduğu yasakları ihlal ettikleri için yargılanıyorlar.
İddia bu ihlallerin, İran’ın çıkarı için, Amerika Birleşik Devletlerinin mali
sistemini delmeye yönelik, gizli işlemler yapmak, bu işlemleri yaparken de ABD
bankalarının muhabirlik hizmetlerinden
yararlanmak için bu işlemler hakkında ABD makamlarına yalan söyleyerek bu
işlemlerden kazanılan paraları aklamak, işlemleri
kolaylaştırmak için rüşvet alıp vermek ve sahte belgeler düzenlemekle
suçlanıyorlar.
Bu konularda Türkiye’nin de dikkatli
davranması gerekirdi. ABD’nin İran için koyduğu yasakların, hudut komşumuz olması nedeniyle ve İran’dan
petrol aldığımız anlatılarak bu konuda istisna talep edilebilinirdi.
Ama bu yola gidilmemiş bazılarının ceplerini
dolduracak kolay bir yol seçilmiş ve şimdiki durumla karşı karşıya kalınmıştır.
Bir diğer nokta da bu ülkenin Başbakanı 2016
yılı Nisan ayında kabul edilen “6706
sayılı, Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunun” var iken çıkıp,
Zarrap’ın durumuyla ilgili olarak, kendisini çok zeki, herkesi aptal kabul
ederek ve peşinen siyasileri ve
bürokratları korumak için insan hakları ihlalinden söz etmesidir.
Yani bu yasanın 7. Maddesini 1/Ç fıkrası “Adli yardımlaşma talebi kapsamında ilgili devletin (yani bu olayda ABD) iç hukukuna uygun olarak yerine getirdiği
işlemler, Türk hukuku bakımından da geçerli sayılır” hükmünü taşımaktadır.
Yani New York’daki yargılamada, bir kısım
siyasetçilerin, bürokratların ses kayıtları ve diğer bulgular New York
mahkemesi tarafından geçerli sayılırsa bunlar
Türkiye de geçerli delil
sayılacaktır.
Bunun tek istisnası bu delillerin Amerika’da
işkence ile hapla elde edilmiş olursa Türk Hukuku açısından geçersizdir.
İşte bu nedenle Başbakan insan hakları
ihlalinden söz ediyor, bir başkası da ilaç verildiğini söylüyor. Yani
kendilerince peşinen bazı siyasi ve bürokratları koruma altına aldığını zannediyor.