İngiliz tarihçi/yazar Timothy Garton Ash
geçtiğimiz Pazar günü Hürriyet Gazetesi’nin ilavesinde çıkan söyleşisinde “Liberal demokrasi; bağımsız medya ve
bağımsız mahkemeler olmadan hayatta kalamaz” diyor.
Sanki bu sözler günümüz Türkiye’si için
söylenmiş sözler. Ancak bağımsız medya ve mahkemeleri savunmak aslında ortalama
vatandaşın görevidir. Ama ortalama vatandaşa yol gösterecek, yaklaşmakta olan
tehlikelileri görüp onu uyarması gereken “aydın”lardır.
Bu ülkede 15 yıllık AKP iktidarı döneminde
basın özgürlüğü adım adım yok edilirken, gazete patronlarının her odasından siyasi iktidar tarafından emir
verilerek iş adamlarının üzerine saldırtılan müfettişler çıkarken Türk “aydının” sesi çıktı mı?
Bu yapılan
basını baskı altına almak için kurulan bir tezgahtır, diyen odlu mu?
Ne gezer ellerini kollarını bağlayıp seyir
ettiler. Bu yapılanın her iki tarafa da eşit mesafede duran özgür ana akım medyayı ele geçirmek için
kurulan bir tezgah olduğunu gördüler mi?
Elbette gördüler, görmüşlerdir, ama o
tarihteki çıkarları sessiz kalmayı gerektiriyordu, onun için de sessiz
kaldılar.
Gerçek anlamda demokratsanız, hiç
hoşlanmadığınız, gazetenin, gazetecinin de özgürlüğünü savunmak
zorundasınızdır.
Uzaktan gazete patronlarını eleştirmek çok
kolay ve ucuz kahramanlıktır.
Siz basit kişisel yararlarınızın peşinden
koşup, hukuksuzluklara, adaletsizliklere sessiz kalacaksınız, ama gazete
patronlarından “kahramanlık” bekleyeceksiniz.
Demokrasi kahramanlar rejimi değildir. Vasat
zeka ve kültürdeki insanların uğraşısıdır.
Aydınlar bu vasat zeka ve kültürdeki
insanlara yol gösterip ufuklarını açarlar.
Özgür basın demokrasi için vaz geçilmezdir.
İngiliz siyasetçi “Avam kamarası da
Lordlar kamarası da sizin olsun, siz bana özgür basını verin” diyerek,
demokrasilerde özgür basının ne kadar önemli olduğunu çok güzel anlatmış.
Ya bağımsız yargı, tartışılmayacak kadar
önemli.
Bakın bağımsız bir yargının ne denli önemli
olduğunu Amerikan Mahkemesi, Trump’ın
kararnamesini iptal ederek ortaya koymuştur.
Yaşananlardan sonra biz de Ankara’da
hakimler var diyebilmeyi çok isterdik.
Ama maalesef diyemiyoruz.
Bir anayasa Mahkemesi üyesi düşüne biliyor
musunuz, 2011 yılında Kıbrıs’ta katıldığı bir panelde, 1991 yılındaki Anayasa
Mahkemesi’nin OHAL ile ilgili verdiği bir iptal kararına methiyeler düzmüş
olsun ama aynı kişi, Tayyip Erdoğan tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine
seçildikten sonra, gene aynı nitelikte bir OHAL kararnamesiyle ilgili tam aksi
yönde oy kullansın.
Nasıl mı yapmış?
Bunun cevabını en iyi o verebilir.
Ama bana sorarsanız tamamıyla korkaklıktan diye cevaplandırırım.
Şimdi biz referandum “EVET” ile sonuçlanırsa 15 kişilik Anayasa Mahkemesi’nin 12 üyesini
doğrudan, kalan 3 üyesini de partili Cumhurbaşkanı’nın genel başkanı olduğu
partinin egemen olduğu parlamentoya seçtireceğiz.
Ve o Anayasa Mahkemesinden bizim temel hak
ve özgürlüklerimizin teminatı olmasını isteyeceğiz.
Ya 12 kişiden oluşacak Hakimler ve Savcılar
Kururlunun teşekkülü nasıl olacak? 6 üyesini doğrudan, bütün her şeyi kendine
bağlamış Cumhurbaşkanı seçtikten sonra, kalan 6 üyeyi de egemen olduğu
Parlamentoya seçtirecek ve bizde bağımsız
yargıdan söz edeceğiz.
Ne olur aklımızla alay etmeyin, siz bunu
kimseye anlatamazsınız, yetmez ama
evetçi zavallılara bile anlatamazsınız.
2010 Anayasa değişikliğinden sonra bile
Ankara da hakimler var diyemiyoruz, referandumdan sonra sığınabileceğimiz bir
yargı bugünkü kadar bile kalmayacak.
Eğer gerçekten demokrasi içinde yaşamak
istiyorsak, önce özgür basını ve bağımsız yargıyı halk olarak biz isteyelim. Ne
basın özgürlüğü ne bağımsız yargı gazete patronlarına, hakimlere tanınmış bir
imtiyazdır Demokrasiye gönül vermiş sade insanların güvencesidir.