On beş yıldır ülkeyi tek başına yöneten
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin isteyip de yapamadığı hiçbir şey olmamıştır.
Bugün var olduğunu söylediği hiçbir sorunu
çözememiştir.
Tayyip Erdoğan gerek başbakanken ve gerekse Cumhurbaşkanı
olarak hiçbir engelle karşılaşmadan bu ülkeyi tek başına yönetmiş, istediği her
şeyi yapmış, istediği adamı Cumhurbaşkanı, istediği adamı Meclis başkanı
yapmış, bütün bunları yaparken de ne parti içinden ve ne de diğer partilerden
bir engellemeyle karşılaşmamıştır.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına dahi tek
başına karar vermiştir.
OSLO da terör örgütüyle aynı masaya oturma
emrini bizzat kendisi vermiştir, terör örgütü militanlarının Habur’dan
tantanayla ülkeye girmelerine izin vermiştir. Terör örgütü üyelerinin ayağına
mahkeme göndermiştir. O kadar ki çadır mahkemesinde teröristler “kızmasınlar”
diye Atatürk’ün resmini bile asamamışlardır.
Dirarbakır’da terörist başı Abdullah
Öcalan’ın mektubu devlet yetkililerinin gözleri önünde meydanda bangır bangır
okunmuştur.
FETO ile yıllarca kucak kucağa
yaşadılar, AKP üst düzey yöneticilerinin
Fethullah Gülen için neler söyledikleri hepimizin hafızalarında çok canlı,
canlı olduğu gibi arşivler yaptıkları açıklamalarla dolu.
Şimdi de insanın aklıyla alay edercesine
“Hayır” cılar, PKK ve FETO ile işbirliği halinde diyorlar.
Kendilerini çok zeki halkı da aptal zannediyorlar.
Kendi içlerindeki FETÖ mensuplarını hiç
ağızlarına almıyorlar, başka partilerin içinde var olduğu iddia edilen FETÖ
yandaşlarını da, kendilerine yakın basın yayın organlarında her gün dile
getirtiyorlar.
Bütün bu anlattığımız fiilerinin her biri anayasa suçudur, anayasayı ihlaldir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti terör örgütüyle
masaya oturmayacağı gibi, FETÖ ile yaptığı gibi, bir başka terör örgütüyle de
işbirliği yapmaz. O terör örgütünün bütün devlet kademelerine yerleşmelerine
yardımcı olmaz, olmamalıydı.
Ama maalesef AKP iktidarı bunları yaptı.
Benim düşüncem, bu yaptıkları AKP
iktidarının meşruiyetine gölge düşürmüştür.
Siyasal iktidarların meşruiyeti, kendilerini
iktidara getiren Anayasa’ya bağlılıktan geçer. Yoksa meşru yollardan iktidara
gelmiş olmaları iktidarları ilelebet meşru kılmaz. Meşruiyet, hukuk
çerçevesinde ülkeyi yönetmekle mümkündür.
Yolsuzlukları, adam kayırmacılığı bir tarafa
bırakın, Tayyip Erdoğan beni halk seçti ben farklı bir Cumhurbaşkanıyım diyor.
Halk tarafından seçilmiş olmak ona Anayasaya aykırı davranmak hakkı vermiyor.
Cumhurbaşkanı ettiği yemine aykırı hareket
ederek, tarafsız davranmamaktadır.
Bu hem kendisini ve hem de siyasi iktidarı
meşruiyet dışına düşürür, düşürmüştür de. Nitekim Anayasa konusunda kendisine
destek olan Devlet Bahçeli bu anayasaya aykırı fiili durumu, anayasayı
değiştirerek, anayasayı fiili hukuk dışı uygulamaya uydurmak gerektiğini ilan
etmiştir.
Yani destek verirken, bilmeden bir anlamda iktidarın
meşruiyetini yitirdiğini ilan etmiştir.
Tabii fiili durumun anayasaya aykırı
olduğunu anlamak, görmek için Devlet Bahçeli’nin beyanına ihtiyaç yoktur.
Şu andaki durum, davul AKP Hükümeti’nin
sırtında, tokmak sorumsuz Tayyip Erdoğan’ın elindedir.
Bu anayasa değişikliği reddolursa, Binali
Yıldırım bey sorumsuz Cumhurbaşkanı’nın emir vererek kendisine yaptırdığı
Anayasaya aykırı işlerden hukuken sorumlu olacaktır, yani Yüce Divan’da hesabı
o verecektir.
“Bana rağmen oldu” savunması, kendisini
hukuk karşısında kurtarmaz.
Türkiye artık bunları yaşamasın, siyasi
iktidarı meşru yollardan eline geçirenler, devleti geçici bir süre için
yöneteceklerini bilmeli ve buna göre davranmalıdırlar.
Meşru yol ve vasıtalarla iktidara gelenler
bu yetkilerinin geçici bir süre için olduğunu idrak edip, devletin tek sahibi
olmadıklarını anlamaları, kabul etmeleri gerekmektedir.