17 Şubat 2017 Cuma

DEVLETİN TEK SAHİBİ DEĞİLSİNİZ.


On beş yıldır ülkeyi tek başına yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin isteyip de yapamadığı hiçbir şey olmamıştır.
Bugün var olduğunu söylediği hiçbir sorunu çözememiştir.
Tayyip Erdoğan gerek başbakanken ve gerekse Cumhurbaşkanı olarak hiçbir engelle karşılaşmadan bu ülkeyi tek başına yönetmiş, istediği her şeyi yapmış, istediği adamı Cumhurbaşkanı, istediği adamı Meclis başkanı yapmış, bütün bunları yaparken de ne parti içinden ve ne de diğer partilerden bir engellemeyle karşılaşmamıştır.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığına dahi tek başına karar vermiştir.
OSLO da terör örgütüyle aynı masaya oturma emrini bizzat kendisi vermiştir, terör örgütü militanlarının Habur’dan tantanayla ülkeye girmelerine izin vermiştir. Terör örgütü üyelerinin ayağına mahkeme göndermiştir. O kadar ki çadır mahkemesinde teröristler “kızmasınlar” diye Atatürk’ün resmini bile asamamışlardır.
Dirarbakır’da terörist başı Abdullah Öcalan’ın mektubu devlet yetkililerinin gözleri önünde meydanda bangır bangır okunmuştur.
FETO ile yıllarca kucak kucağa yaşadılar,  AKP üst düzey yöneticilerinin Fethullah Gülen için neler söyledikleri hepimizin hafızalarında çok canlı, canlı olduğu gibi arşivler yaptıkları açıklamalarla dolu.
Şimdi de insanın aklıyla alay edercesine “Hayır” cılar, PKK ve FETO ile işbirliği halinde diyorlar.
Kendilerini çok zeki halkı da  aptal zannediyorlar.
Kendi içlerindeki FETÖ mensuplarını hiç ağızlarına almıyorlar, başka partilerin içinde var olduğu iddia edilen FETÖ yandaşlarını da, kendilerine yakın basın yayın organlarında her gün dile getirtiyorlar.
Bütün bu anlattığımız fiilerinin  her biri  anayasa suçudur, anayasayı ihlaldir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti terör örgütüyle masaya oturmayacağı gibi, FETÖ ile yaptığı gibi, bir başka terör örgütüyle de işbirliği yapmaz. O terör örgütünün bütün devlet kademelerine yerleşmelerine yardımcı olmaz, olmamalıydı.    
Ama maalesef AKP iktidarı bunları yaptı.
Benim düşüncem, bu yaptıkları AKP iktidarının meşruiyetine gölge düşürmüştür.
Siyasal iktidarların meşruiyeti, kendilerini iktidara getiren Anayasa’ya bağlılıktan geçer. Yoksa meşru yollardan iktidara gelmiş olmaları iktidarları ilelebet meşru kılmaz. Meşruiyet, hukuk çerçevesinde ülkeyi yönetmekle mümkündür.
Yolsuzlukları, adam kayırmacılığı bir tarafa bırakın, Tayyip Erdoğan beni halk seçti ben farklı bir Cumhurbaşkanıyım diyor. Halk tarafından seçilmiş olmak ona Anayasaya aykırı davranmak hakkı vermiyor.
Cumhurbaşkanı ettiği yemine aykırı hareket ederek, tarafsız davranmamaktadır.
Bu hem kendisini ve hem de siyasi iktidarı meşruiyet dışına düşürür, düşürmüştür de. Nitekim Anayasa konusunda kendisine destek olan Devlet Bahçeli bu anayasaya aykırı fiili durumu, anayasayı değiştirerek, anayasayı fiili hukuk dışı uygulamaya uydurmak gerektiğini ilan etmiştir.
Yani destek verirken, bilmeden bir anlamda iktidarın  meşruiyetini yitirdiğini ilan etmiştir.
Tabii fiili durumun anayasaya aykırı olduğunu anlamak, görmek için Devlet Bahçeli’nin beyanına ihtiyaç  yoktur.
Şu andaki durum, davul AKP Hükümeti’nin sırtında, tokmak sorumsuz  Tayyip Erdoğan’ın elindedir.
Bu anayasa değişikliği reddolursa, Binali Yıldırım bey sorumsuz Cumhurbaşkanı’nın emir vererek kendisine yaptırdığı Anayasaya aykırı işlerden hukuken sorumlu olacaktır, yani Yüce Divan’da hesabı o verecektir.
“Bana rağmen oldu” savunması, kendisini hukuk karşısında kurtarmaz.
Türkiye artık bunları yaşamasın, siyasi iktidarı meşru yollardan eline geçirenler, devleti geçici bir süre için yöneteceklerini bilmeli ve buna göre davranmalıdırlar.
Meşru yol ve vasıtalarla iktidara gelenler bu yetkilerinin geçici bir süre için olduğunu idrak edip, devletin tek sahibi olmadıklarını anlamaları, kabul etmeleri gerekmektedir.