Geçtiğimiz günlerde bazı belediyelere kayyum atanması üzerine ABD Ankara Büyükelçiliği hiç vakit
kaybetmeden bir açıklama yayınladı.
Açıklama aynen şöyle:
“Hükümetin bazı seçilmiş yerel yetkilileri
terörizmi destekledikleri iddiasıyla görevden alma ve yerlerine kayyum atama
kararını takiben Türkiye’nin
Güneydoğusu’ndaki çatışma haberlerinden endişe duyuyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri terörizmi
lanetlemekte ve Türkiye’nin kendisini savunma hakkını desteklemektedir. Türk
mercileri bazı yerel yetkililerin terörist gruplara katıldığı veya maddi destek
sağladıkları yönündeki iddiaları araştırırken, hukuki süreç ve Türk
Anayasası’nda saklı olduğu şekilde barışçıl politik ifade hakkını da içermek
üzere, kişisel haklara saygının önemine işaret ederiz. Kayyum atamalarının
geçici olacağını ve vatandaşların Türk yasasına uygun bir şekilde yeni yerel
yetkililer seçmelerine izin verileceğini ümit ediyoruz”
Hemen peşinen belirtelim ki, bu gibi
konularda Büyükelçilerin hükümetlerinden talimat almadan kamuoyuna açıklama
yapmaları mutat değildir.
Bizim hükümet yetkilileri ve basın, açıklamayı sanki Büyükelçinin kendi kişisel görüşü imiş gibi
ele aldılar.
Bu ve benzeri açıklamaları ABD’nin uzun
zamandır uyguladığı Kürt Politikası çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Açıklama bu politikalara da uygundur.
Nitekim 15 Eylül günü ABD Dışişleri
Bakanlığı sözcüsü gerçeği herkesin suratına “ Ne zaman bir ABD Büyükelçisi
konuşsa, O, ABD hükümeti adınadır” diyerek tokat gibi vurdu.
Bununla da kalmadı bir müstemleke valisi
edasıyla “…insan hakları ve Türk demokrasisinin durumu hakkında görüş
ayrılıklarımız olursa, bunu kamuoyuna açıklayacak kadar güçlü ilişkiler içinde
olduğunu düşünüyoruz” diyerek açıklamaya devam etti.
Kayyum atamaları bizim iç işimizdir.
Biz kendi içimizde, kayyum
atamalarının hukuka uygun olup
olmadığını elbette tartışırız ve tartışmalıyız da.
ABD ve diğer büyük devletler
unutmamalıdırlar ki; biz bu Cumhuriyeti başkaların beklentilerine boyun eğerek
değil, emperyalizme karşı, bütün mazlum milletlere örnek olan bir savaşı
vererek ulusal çıkarlarımızı koruyarak kurduk ve yaşatıyoruz.
Bizi masa başında sömürgeci subayların
harita üzerinde kurdukları aşiret
devletleriyle karıştırmasınlar.
Ancak burada kızılması gereken ABD
Büyükelçisi veya ABD hükümet yetkilileri değildir. Benzer olaylar karşısında
gerek geçmişte ve gerekse de şimdi diplomatik
teamüllere uygun şekilde tepki vermeyen yetkililerdir. Bu tepkiler
verilmediği için bugün iş bu noktaya gelmiştir.
Bu tür, ülkemizin içişlerine bir müstemleke
valisi edasıyla yapılan müdahalelere, bazı Bakanların yaptığı gibi Cami
çıkışında, halkın önünde popülist konuşmalarla değil , doğrudan muhatabına,
diplomatik teamüllere uygun en sert tepki verilerek yapılır..
Yaşadığımız bir başka hazin durum da CHP’nin
bu olay karşısındaki sessizliğidir.
“Bağımsızlık
benim karakterimdir” diyen bir liderin koltuğunda oturanlar, ABD’nin dümen
suyuna girip sinmiş vaziyetteler.
Bu içişlerimize yapılan çirkin, küstahlığa vardırılan müdahale
karşısında kükremesi gereken parti Cumhuriyet Halk Partisi olmalıydı.
Ama maalesef anlaşılıyor ki; 1 Mart 2003
tezkeresini reddettirenlere duyulan kin nedeniyle, CHP’nin ulusalcı kadroları
bugünler düşünülerek bir kaset operasyonuyla tasfiye ettirmişlerdir.
Bunun yerine, ABD Büyükelçileri ile otel
odalarında gizli görüşme yapmakta sakınca görmeyen, Türkiye’nin ulusal
çıkarları için bile kükremekten çekinen
ABD’nin dümen suyuna girmekte sakınca görmeyenlerin önü açılmış.
Özetle: Ülkeyi yönetenlerin, ama özellikle
de CHP’nin bugünkü yöneticilerinin, Amerika’nın ve diğer büyük devletlerin, bizim ülke güvenliğimizle ilgili
çıkarlarımızı ilgilendiren konularda izledikleri politikaların özünü anlamaya
çalışmaları ve bu politikaların Türkiye’nin temel çıkarlarıyla çeliştiği durumlarda
tavırlarını açıkça ortaya koymaları gerekir.
NOT:Türk
Dil Kurumu sözlüğünde “Kayyum” olarak yazıldığı için bunu kullandım.