Son günlerde yaşanan
dış politika gelişmelerine bakarsanız bir kısmı utanç verici olmakla beraber,
tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin, AKP hükümeti sayesinde içine düştüğü
çaresizliği, aczi göstermektedir.
Merkel Ankara’ya
geldi. Sığınmacılar konusunda on maddelik bir mutabakat Davutoğlu tarafından açıklandı.
Bu maddelerden birisi de Türkiye’ye AB’nin vereceği 3 milyar Euro konusu idi.
Bu protokolle göre 3
Milyar Euro bize defaten, Türkiye istediği gibi harcasın diye ödenmeyecek, ya ne yapılacak, projeler
yapılıp Brüksel’e iletilecek, bu projeler Brüksel
tarafından uygun görülürse, dilim dilim ödenecek.
Davutoğlu’nun bu
açıklaması orta da dururken, Tayyip Erdoğan, mutad muhtarlar toplantısında
aslanlar gibi gürledi: “Nerede 3 milyar
Avro? Şimdi söyledikleri ne biliyor musunuz? Plan, proje getirilsin, plan proje
üzerinden bunları verelim. Yahu neyin plan projesi”
Bu konuşmadan sonra
“Biz bu parayı istemiyoruz” demesi beklenir, değil mi?
Ama öyle olmadı, gene
aynı muhtarlar toplantısında, AB, hükümetin istediği, yani protokole bağlanan 3
milyar Avroyu vermemesi halinde ne yapacağını da söyledi: “Edirne’den insanları otobüslere bindirdik, tekrar geri çevirdik. Ama
bir olur iki olur, ondan sonra da kusura bakmayın, biz de kapıları açarız,
haydi hayırlı yolculuklar dileriz” dedi.
Merkel ile varılan
mutabakatın özü, sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerinin Türkiye tarafından
önlenmesi idi. Sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi, şantaj yaptı.
Dış politika da
şantaj yapılmaz, atılacak bir adım, alınacak bir önlem varsa gereğini yaparsın.Bu gücün yoksa da
konuşmazsın.
Şantaj yapmak, kabile
mantığıyla yönetilen devletlerin işidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin değil.
Diğer bir konu, Dünya
basını, Halep’in önümüzdeki günlerde Esad güçlerini eline geçeceğini, bu
durumun Türkiye’nin Suriye politikasına nihai bir darbe olacağını yazıyorlar.
Tayyip Erdoğan ve
ekibi iflas eden Suriye politikasından ötürü uğrayacakları büyük prestij
kaybından kurtulmak için hangi
çılgınlığı yapabiliriz arayışı içindeler.
Dış işleri Bakanı
Çavuşoğlu, önce, Suudi’lerle kara harekatı yapabileceğimizi açıkladı, ABD olmaz
deyip, Rusya ve İran’dan da göz dağı gelince, bütün söylediklerini yuttu, çark
edip “Uluslararası koalisyonla kara harekatına katılırız” dedi.
Hangi konumda olursa
olsun, Türk Askerinin Suriye’ye girmesi bir felaket olacağı gibi, uluslararası
hukuku da aykırı olur.
Baktılar ki kara harekâtı
mümkün değil, uzaktan PYD/YPG mevzileri vurulmaya başlandı. ABD buna bile
tahammül edemedi, “ısrarla ateşin
kesilmesini” istedi, bir de üstüne Türkiye ile alay edercesine, daha
doğrusu haklı olarak PYD’yi terörist ilan Tayyip Erdoğan’ı kale almadığını
göstermek istercesine, Türkiye ile YPG’nin ortak düşman İŞİD’e karşı beraberce savaşmalarını
istedi.
Ege’deki insan
kaçakçılığını önlemek için bir Alman
amiral’in komutasında Ege’ye bir NATO gözlem gücü göndermesi daha da incitici.
Hadi Tayyip Bey “Eeeeeey NATO, Ege de ne işin var, biz kendi
işimizi kendimiz yaparız” diye bir bağırsan da, içimiz serinlese. Zaten onlar bildiklerini okurlar, ama
sen gene de bir bağır.
Şaka bir tarafa dış politikamız
içler acısı bir durumda.