Belli
ki, hükümetin dilinden düşürmediği "kamu düzeni"nden anladığı,
devletin hiçbir olaya müdahale etmemesi. Böylece, "düzen" çatışan
taraflar arasında müzakere edilerek sağlanıyor. Devlet egemenlik
haklarını kullanmayınca, güvenlik güçleri de haliyle kimsenin kılına zarar
vermiyor! Böyle bir devlete "devlet" denir mi!
Elbette denmez, ama bu noktaya
gelmenin/getirilmenin 20-25 yıllık bir süreç
içinde beş önemli dönüm noktasından geçilerek bu noktaya gelindi.
Birinci kritik dönüm noktası Saddam'ın Kuveyt'i işgali (1990).
ABD'nin Bağdat'daki o
zamanki kadın büyükelçisinin Saddam'ı işgale cesaretlendirdiği
söylenmişti. Başta saçma gelen bu iddia, işgale bağlı sonraki
yıllardaki gelişmelere bakınca mantıksız görünmüyor.
Burada kilit kelime "Kurdistan".
Kuveyt, 1991 yılında kurtarıldı.
ABD kuvvetleri Irak'a girdi. Bağdat'a
gelince durdu. Oysa, Bağdat'a girip Saddam'ı devirmek işten değildi. Neden
devirmedi? Çünkü, ABD'nin bölgesel çıkarları Saddam'ın daha bir süre Irak'ın
başında kalmasını gerekli kılıyordu. Böylece iki stratejik hedefe ulaşıldı:
1. Saddam tehdidi nedeniyle Körfez'deki
siyasi ve askeri varlığını sürdürdü,güçlendirdi.
2. Türkiye sınırına
kaçan kürtleri bahane edip, Kuzey Irak'daki kürtleri Saddam'ın kontrolü
dışına çıkardı. "Kürdistan" binasına ilk tuğla böylece konulmuş oldu.
Kuzey Irak'ın güvenliği İncirlik'de
konuşlu ABD, İngiliz ve Fransız hava kuvvetleri tarafından sağlandı.
Baba Bush, bu düzenlemeye razı olması için
Turgut Özal'ı kolayca ikna etti.
Oysa, tarihsel geçmiş
gösteriyordu ki, Kürtler, içinde yaşadıkları devletlerin merkezi otoritesinin
dışına ne zaman çıkarılsa, bütün bölgede huzursuzluklar oluyordu.
Böylece, o tarihe kadar
başta Almanya'nın uyguladığı politikalarla olgunlaştırılan, ancak yine de büyük
ölçüde "Türkiye'nin kendi iç meselesi" olarak algılanan Kürt konusu,
olmaması gerektiği şekilde uluslararasılaştırıldı.
Kuzey Irak'ın Saddam'ın denetimi dışında
tutulması için sürdürülen İncirlik merkezli operasyonlara (Çekiç Güç, Huzur
Harekâtı, Kuzeyden Keşif) TBMM altı ayda bir ONAY VERDİ.
2003 Mart'ında Irak işgal edilip Saddam devrilince,
ABD'nin onay almaya da, Türkiye'ye de ihtiyacı kalmadı.
Barzani ile ilişkileri
ısıttı. O kadar ısıttı ki, bu gelişmeden ABD bile rahatsız oldu. Mezhepçi
politikalarla merkezi Irak hükümeti dışlandı.
2009 Habur rezaleti ile inkıtaya uğrayan
"süreç", 2011 seçimlerinden sonra hızlanarak devam etti. Güneydoğu'da
devlet eğemenliği adım adım PKK'ya devredildi.
İkinci kritik dönüm noktası AKP'nin iktidara getirilmesi (2002)
Ecevit başkanlığındaki koalisyon
hükümetinin Irak'ın işgaline ve dolayısıyla Kürdistan projesine yol
vermeyeceğinin belli olması üzerine, Kemal Derviş durup dururken erken seçim
lâfını ortaya attı. Nedendir açıklanmadı, Devlet Bahçeli de hemen razı oldu. Kasım
2002 seçimlerinde daha bir önceki yıl kurulmuş olan AKP yüzde 34 ile iktidara
geldi. ANAP, DYP ve MHP yüzde 9'lar oranında oylarla TBMM'ne giremedi. Uzan'ın
Genç Partisi yüzde 7'ler oranında oy almasa idi, gireceklerdi ve AKP tek başına
hükümet olamayacaktı. Seçimlerde sınırsız para harcayan bu Genç Parti'nin
nereden çıktığı ve o kadar parayı nereden bulduğu sorgulanmadı.
Irak tümüyle ABD'nin denetimine geçince,
PKK'nın palazlanmasının da yolu açıldı.
TSK'nın Irak'ın
Kuzeyindeki terör yuvalarına en küçük bir müdahalesine izin vermeyen ABD
bizi güya terör karşıtı lâflarla ve istihbarat desteği aldatmacasıyla
oyaladı. Daha doğrusu, meşruiyetini dışarıya dayandıran ve Batının her dediğini
yerine getiren AKP hükümeti oyalandırılmaya çanak tuttu.
1999'da, Suriye'deki varlığı tasfiye
edilen PKK böylece 2003 yılında ABD'nin kanatları altında Kuzey Irak'da
karargâh kurdu.
O zamana kadar TSK'nın,
PKK'ya, Bağdat ile mevcut "sıcak takip" anlaşması uyarınca
karadan ve ayrıca havadan vurduğu darbeler sürdürülemedi. Zira, ABD izin vermedi.
Üçüncü kritik dönüm noktası Silivri davaları
Artık açık şekilde
belli oldu ki, bu davalar, TSK'nin, Türkiye'nin iç ve dış güvenlik mimarisinin
oluşturulmasının tümüyle dışına çıkarılmasıydı. Başarıldı. Böylece,
ipler tamamen AKP hükümetinin ve ABD'nin eline geçmiş oldu. Oysa, bütün
demokratik ülkelerde silahlı kuvvetler özellikle dış politikanın ve
güvenlik politikasının oluşturulmasında merkezi rol oynarlar.
Dördüncü kritik dönüm noktası "açılım" süreci
Silivri davaları ile eş zamanlı olarak, AKP hükümetinin PKK ile
müzakerelere başladığı ortaya çıktı (Oslo görüşmeleri). Kendine yönelik
terörizm ile dünyanın her yerinde mücadele edilmesi gerektiğini savunan ABD,
PKK ile müzakereleri memnuniyetle karşıladı. Aynı dönemde, AKP, ABD'
nin telkin ve teşviki ile, daha önce "aşiret reisi" diye
küçümsediği durumda bırakacak malzeme birikmiştir. Hükümet bu sayılanların
rehini halindedir.
Türkiye'nin ulusal güvenliği yaşayan bellek içinde hiç bu kadar
tehlike içinde kalmamıştır.
Silivri davaları ile eş zamanlı olarak, AKP hükümetinin PKK ile
müzakerelere başladığı ortaya çıktı (Oslo görüşmeleri). Kendine yönelik
terörizm ile dünyanın her yerinde mücadele edilmesi gerektiğini savunan ABD,
PKK ile müzakereleri memnuniyetle karşıladı. Aynı dönemde, AKP, ABD'nin telkin
ve teşviki ile, daha önce "aşiret reisi" diye küçümsediği Barzani ile
ilişkileri ısıttı. O kadar ısıttı ki, bu gelişmeden ABD bile rahatsız oldu.
Mezhepçi politikalarla merkezi Irak hükümeti dışlandı.
2009 Habur rezaleti ile inkıtaya uğrayan "süreç", 2011
seçimlerinden sonra hızlanarak devam etti. Güneydoğu'da devlet eğemenliği adım
adım PKK'ya devredildi.
Beşinci kritik dönüm noktası Suriye politikası
"Arap
Baharı"nın rüzgarına kendini kaptıran AKP, Suriye'de de alelacele
yapılacak seçimlerle Müslüman kardeşlerin iktidara getirileceğini, böylece Müslüman
kardeşlerin yönettiği ülkelerin ağabeyi olacağını hesap etti.
Bir histeri krizine
tutulmuş gibi, Esad'ı devirmek için ne lazımsa yaptı. Sınırlar delik deşik
oldu. Dünyanın her yanından gözü dönmüş cihatcıların Suriye'ye girmeleri
sağlandı. Ellerine silah, cephane verildi. Her türlü lojistik destek eksik
edilmedi. Büyük ölçüde AKP politikaları yüzünden Suriye'de yüzbinlerce insan
öldü.
AKP'nin yaptığı mezhepçi hesap tutmadı.
Tutması da zaten mümkün değildi. Rusya ve İran'ın Esad rejiminin devrilmesine
izin vermeyecekleri o histeri krizi içinde hesap edilemedi.
İŞİD ile mücadeleye ve
İran ile nükleer müzakerelere öncelik veren ve dolayısıyla İran'ı rahatsız
edecek hamlelerden kaçınan ABD de, Esad'ın devrilmesini öncelikli gündem
olmaktan çıkardı. AKP yalnız başına kaldı.
O dönem içinde
Türkiye'ye milyonlarca Suriyeli sığınmacı girdi. Yarattıkları sosyal ve ekonomik sorunları bir
kanera bırakalım, sığınmacılarla birlikte gözü dönmüş cihatçılar, Suriye
rejiminin muhaberatçıları, her ülkenin casusları Türkiye'ye doluştu.
Terör örgütleri ülke
içinde birbirleriyle çatışmaya başladı. Büyük şehirlerde Kalaşnikov silahlarla
cinayetler işlenir oldu.
Devlet, ülkenin bir
kısmında, egemenlik hakkını kullanmaktan kaçınır duruma geldi.
Ülke, bölünmenin ve bir kıvılcımla ülkenin
her yerinde kargaşalara savrulmanın eşiğini getirildi.
Sonuç
AKP hükümeti kendi başına karar alıp uygulama
yeteneğini hemen hemen tümüyle yitirmiş durumdadır.
ABD'nin, Almanya başta olmak üzere AB'nin,
İran'ın ve PKK'nın elinde hükümeti ve mensuplarını Türkiye içinde ve
uluslararası alanda çok zor durumda bırakacak malzeme birikmiştir. Hükümet
bu sayılanların rehini halindedir.
Türkiye'nin ulusal güvenliği yaşayan
bellek içinde hiç bu kadar tehlike içinde kalmamıştır.
Yani AKP’nin bizzat kendisi bir ulusal
güvenlik sorunu haline gelmiştir.