10 Mart 2020 Salı

RUSYADAN DİPLOMASİ DERSİ


R
Rusya, bizim yeteneksi çaylaklara 5 Mart günü Moskova'da müthiş bir diplomasi dersi verdi.
Maalesef küçültücü protokol düzenlemelerinden mutabakat metnine kadar her şey dikkatlice hesaplanmış ince mesajlarla doluydu. 
Toplantıya giderken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'nin iki temel hedefi vardı. 
Rejim"in, son haftalarda sahada sağladığı ilerlemeden vazgeçip, Eylül 2018 Soçi mutabakatının sınırlarına çekilmesi;
Türkiye sınırı boyunca 30 km.lik bir güvenli bölge oluşturulması.
Bu iki hedef, Şubat ayının bitimini bir son tarih olarak da vererek, bizzat Recep Tayyip Erdoğan  ve yandaş medya tarafından  “Çekilmezlerse biz gereğini yaparız; Omuzların üzerinde baş bırakmayız “ gibi tehditkar ifadelerle üst perdeden seslendirilmişti
Sonuçta iki hedef de gerçekleştirilemedi.
Suriye Arap Cumhuriyeti'nin egemenliğine, birliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne olan güçlü yükümlülük, bizim de onayımızla, Rus tarafının önceden laleme aldığı  belli olan mutabakat metninde yer aldı. Suriye'nin "egemenliğine" ve -söylenmese de- onun doğal temsilcisi olan meşru yönetime karşı bu kadar güçlü taahhüt ifade edildikten sonra, Cumhurbaşkanı'nın toplantı sonrası yaptığı konuşmada hala ısrarla "rejim" demesinin, kendi kamuoyuna mesaj vermesinin dışında, artık hiçbir kıymeti kalmamıştı.  
27 Şubat günü askerlerimizin şehit edilmesinde Rus uçaklarının da rol aldığı bir sır değil. Buna rağmen, Türkiye'yi yöneten siyasal güç bu durumu Rusya'ya karşı bir sorun olarak ortaya koymadı/koyamadı. 
Putin, Moskova toplantısı başlarken yaptığı açıklamada, askerlerimizin kaybı vesilesiyle üzüntü ifade ettikten sonra, askerlerimizin bulundukları yerde olduklarından kimsenin haberinin bulunmadığının altını çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna yanıt vermedi. Belli ki, askerlerimizin cihatçı terörist HTŞ unsurlarıyla birlikte oldukları yolunda Rus basınında önceden çıkan haberler tümüyle gerçek dışı değildi. (Durum hakikaten böyle ise, vahimdi. Askerlerimizin şehit edilmelerindeki payı yüzünden Rusya elbette en sert şekilde kınanmalıydı. Ancak, askerlerimizi teröristlerle birlikte tutma gibi bir ihtiyatsızlık nasıl yapıldı, o da sorgulanmalıydı. Örneğin CHP, sadece Rusya'yı eleştirmekle yetindi).
Putin bununla da yetinmedi, toplantı sonrası yaptığı konuşmada, satır aralarında Türkiye'nin İdlib'de bulunan cihatçı teröristlere hamilik yaptığı mesajını verdi. "Katil çetelerin" Suriye mevzilerine ve Rus üssüne saldırı düzenlediklerinden söz etti. Cihatçı teröristleri ismen saymamakla, kuşkusuz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin desteklediği "Suriye Milli Ordusu"'na da işaret etti. Bunu şuradan anıyoruz: Putin konuşmasında, Rus üssüne son aylarda 15 saldırı yapıldığını ve bu saldırıları her defasında gerçek zamanlı olarak Türk ortaklarına bildirildiğini söyledi. Saldırılardan yalnızca HTŞ sorumlu tutulmuş olsa, Türk tarafına bildirime ihtiyaç görülmezdi. 
Moskova toplantısı sonrası büyük resme bakıldığında, Türkiye'nin İdlib'de toplanmış olan cihatçı teröristlerin hamiliğini yaparak, onların Rusya/Suriye tarafından imha edilmeleri önlediği algısı dünya ölçeğinde iyice yer etti. 
İdlib sorununun kaynağını oluşturan bu cihatçıların nihayette ne olacağı sorusuna yanıt vermediğinden, son mutabakatın ancak geçici bir rahatlama sağlayacağı kanaati yaygın. 
Rusya ve Suriye, ikisi de Şam yönetimi devirmek için savaştıklarından, Birleşmiş Milletleri'nin tanımladığı El Kaide türevi terörist gruplar ile Türkiye'nin desteğindeki Suriye Milli Ordusu arasında bir fark görmüyor. Bunların arasında geçişkenlik olduğunu da öne sürüyor. Şimdi İdlib bölgesinde Suriye'nin kontrolü dışındaki alan daha da daraldığından, sahiden mevcut ise, bu geçişkenlik artacak demektir. Bu durum, Suriye/Rusya'nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Suriye Milli Ordusu unsurlarının da bulunduğu bölgeye saldırılarına zemin hazırlayacaktır.
Nitekim, dikkatten kaçtı, Moskova mutabakatının 1. maddesinde, "saha"da bir ateşkesten değil, "temas hattında" askeri faaliyetlerin durdurulmasından söz ediliyor. Bu ifade, bir hat üzerinde karşı karşıya bulunan TSK ve Suriye ordusunu o "hat" bakımından bağlıyor.  
Netice itibariyle, Rusya, kendisi bakımından mükemmel sayılabilecek bir oyun oynadı. Belki 2015'de düşürdüğümüz uçağının rövanşını da almak maksadıyla, askerlerimizi şehit etti. Türkiye eli kolu bağlı, bir tepki veremedi. Veremediği gibi, aleyhimize geliştiği anlaşılan sahadaki çatışmaların durdurulması için yardım beklentisiyle Moskova'ya gidildi. Rusya da bu beklentimize karşılık vererek,  -şimdilik de olsa- çatışmaların durdurulmasını sağladı ve daha fazla şehit vermemizin önünü kesti. Bu yönüyle, elinde onlarca şehidimizin kanı olmasına rağmen, Türk kamuoyunda bir ölçüde sempati bile kazandı.
Yabancı basın genel olarak gelişmeleri Rusya ve Suriye'nin başarısı olarak gördü. Türkiye'nin içine düşürüldüğü durumu ise, maalesef, "teslim", “diz çökmek” olarak niteleyen değerlendirmeler de oldu. 
Türk Silahlı Kuvvetleri haksız yere verilen hedefe ulaşamamış bir durumda bırakıldı. Zira, hava desteğinin olmadığı bir muharebe meydanında, Suriye'yi geri püskürtme hedefine ulaşılması mümkün değildi. Öyle olunca, "onlarca şehidi neden verdik?" sorusu haklı ve meşru bir soru haline geldi.
İdlib'deki askerlerimize hava desteği bundan sonra da sağlanamayacağından, orada kalmaya devam etmek şehit verilmesi riskini taşıyacakdır. Yapılması gereken, cihatçı teröristlere kol kanat germekten  vazgeçilip, Rusya ve Suriye ile temasla, askerlerimizin en kısa zamanda dönmesini sağlamaktır. 
Muhalif siyasetin/partilerin  önümüzdeki dönemde AKP'nin dikkat dağıtmak için icat edeceği gündemlerin tuzağına düşmeden, kamuoyunun dikkatini Suriye'deki gelişmeler üzerine çekecek ve AKP üzerinde baskı oluşturacak tutum izlemesi gerekir. 
Bu dönemde özellikle dikkat edilmesi gereken, "muhalifleri silahsızlandırıyoruz" bahanesiyle, binlerce cihatçı teröriste Türk sınırlarının açılmamasıdır