R
Rusya, bizim yeteneksi
çaylaklara 5 Mart günü Moskova'da müthiş bir diplomasi dersi verdi.
Maalesef küçültücü protokol
düzenlemelerinden mutabakat metnine kadar her şey dikkatlice hesaplanmış ince
mesajlarla doluydu.
Toplantıya giderken
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'nin iki temel hedefi vardı.
Rejim"in, son haftalarda
sahada sağladığı ilerlemeden vazgeçip, Eylül 2018 Soçi mutabakatının
sınırlarına çekilmesi;
Türkiye sınırı boyunca 30
km.lik bir güvenli bölge oluşturulması.
Bu iki hedef, Şubat ayının
bitimini bir son tarih olarak da vererek, bizzat Recep Tayyip Erdoğan ve yandaş medya tarafından “Çekilmezlerse biz gereğini yaparız;
Omuzların üzerinde baş bırakmayız “ gibi tehditkar ifadelerle üst perdeden seslendirilmişti
Sonuçta iki hedef de
gerçekleştirilemedi.
Suriye Arap Cumhuriyeti'nin
egemenliğine, birliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne olan güçlü
yükümlülük, bizim de onayımızla, Rus tarafının önceden laleme aldığı belli olan mutabakat metninde yer
aldı. Suriye'nin "egemenliğine" ve -söylenmese de- onun doğal
temsilcisi olan meşru yönetime karşı bu kadar güçlü taahhüt ifade edildikten
sonra, Cumhurbaşkanı'nın toplantı sonrası yaptığı konuşmada hala ısrarla
"rejim" demesinin, kendi kamuoyuna mesaj vermesinin dışında, artık
hiçbir kıymeti kalmamıştı.
27 Şubat günü askerlerimizin
şehit edilmesinde Rus uçaklarının da rol aldığı bir sır değil. Buna rağmen,
Türkiye'yi yöneten siyasal güç bu durumu Rusya'ya karşı bir sorun olarak ortaya
koymadı/koyamadı.
Putin, Moskova toplantısı
başlarken yaptığı açıklamada, askerlerimizin kaybı vesilesiyle üzüntü ifade
ettikten sonra, askerlerimizin bulundukları yerde olduklarından kimsenin
haberinin bulunmadığının altını çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna yanıt vermedi.
Belli ki, askerlerimizin cihatçı terörist HTŞ unsurlarıyla birlikte oldukları
yolunda Rus basınında önceden çıkan haberler tümüyle gerçek dışı değildi.
(Durum hakikaten böyle ise, vahimdi. Askerlerimizin şehit edilmelerindeki payı
yüzünden Rusya elbette en sert şekilde kınanmalıydı. Ancak, askerlerimizi
teröristlerle birlikte tutma gibi bir ihtiyatsızlık nasıl yapıldı, o da
sorgulanmalıydı. Örneğin CHP, sadece Rusya'yı eleştirmekle yetindi).
Putin bununla da yetinmedi,
toplantı sonrası yaptığı konuşmada, satır aralarında Türkiye'nin İdlib'de
bulunan cihatçı teröristlere hamilik yaptığı mesajını verdi. "Katil
çetelerin" Suriye mevzilerine ve Rus üssüne saldırı düzenlediklerinden söz
etti. Cihatçı teröristleri ismen saymamakla, kuşkusuz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
desteklediği "Suriye Milli Ordusu"'na da işaret etti. Bunu şuradan
anıyoruz: Putin konuşmasında, Rus üssüne son aylarda 15 saldırı yapıldığını ve
bu saldırıları her defasında gerçek zamanlı olarak Türk ortaklarına
bildirildiğini söyledi. Saldırılardan yalnızca HTŞ sorumlu tutulmuş olsa, Türk
tarafına bildirime ihtiyaç görülmezdi.
Moskova toplantısı sonrası
büyük resme bakıldığında, Türkiye'nin İdlib'de toplanmış olan cihatçı
teröristlerin hamiliğini yaparak, onların Rusya/Suriye tarafından imha
edilmeleri önlediği algısı dünya ölçeğinde iyice yer etti.
İdlib sorununun kaynağını
oluşturan bu cihatçıların nihayette ne olacağı sorusuna yanıt vermediğinden, son
mutabakatın ancak geçici bir rahatlama sağlayacağı kanaati yaygın.
Rusya ve Suriye, ikisi de Şam
yönetimi devirmek için savaştıklarından, Birleşmiş Milletleri'nin tanımladığı
El Kaide türevi terörist gruplar ile Türkiye'nin desteğindeki Suriye Milli Ordusu
arasında bir fark görmüyor. Bunların arasında geçişkenlik olduğunu da öne
sürüyor. Şimdi İdlib bölgesinde Suriye'nin kontrolü dışındaki alan daha da
daraldığından, sahiden mevcut ise, bu geçişkenlik artacak demektir. Bu durum,
Suriye/Rusya'nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Suriye Milli Ordusu
unsurlarının da bulunduğu bölgeye saldırılarına zemin hazırlayacaktır.
Nitekim, dikkatten kaçtı,
Moskova mutabakatının 1. maddesinde, "saha"da bir ateşkesten değil,
"temas hattında" askeri faaliyetlerin durdurulmasından söz ediliyor.
Bu ifade, bir hat üzerinde karşı karşıya bulunan TSK ve Suriye ordusunu o
"hat" bakımından bağlıyor.
Netice itibariyle, Rusya,
kendisi bakımından mükemmel sayılabilecek bir oyun oynadı. Belki 2015'de
düşürdüğümüz uçağının rövanşını da almak maksadıyla, askerlerimizi şehit etti.
Türkiye eli kolu bağlı, bir tepki veremedi. Veremediği gibi, aleyhimize
geliştiği anlaşılan sahadaki çatışmaların durdurulması için yardım
beklentisiyle Moskova'ya gidildi. Rusya da bu beklentimize karşılık
vererek, -şimdilik de olsa- çatışmaların durdurulmasını sağladı ve daha
fazla şehit vermemizin önünü kesti. Bu yönüyle, elinde onlarca şehidimizin kanı
olmasına rağmen, Türk kamuoyunda bir ölçüde sempati bile kazandı.
Yabancı basın genel olarak
gelişmeleri Rusya ve Suriye'nin başarısı olarak gördü. Türkiye'nin içine
düşürüldüğü durumu ise, maalesef, "teslim", “diz çökmek” olarak
niteleyen değerlendirmeler de oldu.
Türk Silahlı Kuvvetleri haksız
yere verilen hedefe ulaşamamış bir durumda bırakıldı. Zira, hava
desteğinin olmadığı bir muharebe meydanında, Suriye'yi geri püskürtme hedefine
ulaşılması mümkün değildi. Öyle olunca, "onlarca şehidi neden
verdik?" sorusu haklı ve meşru bir soru haline geldi.
İdlib'deki askerlerimize hava
desteği bundan sonra da sağlanamayacağından, orada kalmaya devam etmek şehit
verilmesi riskini taşıyacakdır. Yapılması gereken, cihatçı teröristlere kol
kanat germekten vazgeçilip, Rusya ve
Suriye ile temasla, askerlerimizin en kısa zamanda dönmesini sağlamaktır.
Muhalif siyasetin/partilerin önümüzdeki dönemde AKP'nin dikkat dağıtmak
için icat edeceği gündemlerin tuzağına düşmeden, kamuoyunun dikkatini
Suriye'deki gelişmeler üzerine çekecek ve AKP üzerinde baskı oluşturacak tutum
izlemesi gerekir.
Bu dönemde özellikle dikkat
edilmesi gereken, "muhalifleri silahsızlandırıyoruz" bahanesiyle,
binlerce cihatçı teröriste Türk sınırlarının açılmamasıdır