Kuvvet
ve keyfilik yoluna sapılması, sadece bir azınlığın zora başvurarak ihtilalle
devlet gücünü ele geçirmesi halinde değil, aynı zamanda şaibeli bir referandum, hatta meşru bir
seçim sonucunda iktidar gücünü
elinde toplayan bir kişi, açık veya gizli bir
darbe ile veya hukuka aykırı kanunların yardımıyla bir
diktatöre dönüşmesi halinde bile mümkündür.
Bu nedenle “Demokrasi bizim için bir hedef
değil, bir araçtır” diyen bir kişinin demokratik yollardan iktidara gelse bile tek
adam olmayı kafasına koyduğu açık olduğundan muhalefetin uyanık davranıp buna
engel olmak için bütün meşru yol ve vasıtaları denemesi gerekirdi.
Ama maalesef yapılmadı; şaibeli 16 Nisan
2017 referandumunda kanunun emredici hükmünün
ve hem de hakimler tarafından ihlali karşısında gerekeni yapması gerekirdi,
yapmadı.
Bizdeki muhalefetin siyaset yapış tarzı, demokratik kurumların sağlıklı çalıştığı,
yargı bağımsızlığının tartışılmasının bile düşünülemediği bir ülkede olabilir.
Ama bizde muhalefet partileri ve özellikle
de ana muhalefet partisi “aman ne derler
kompleksi” içinde göstermelik dostlar alış verişte görsün kıvamında
davranmaktadır.
Şaibeli referandumdan sonra, İl Başkanları,
Belediye Başkanları ile toplantılar
yapıp artık “TBMM’de sert muhalefet
yapmaya” karar almışlar.
Hatırlanacaktır, bir tarihteki Anayasa Mahkemesi Başkanı, ülkenin ana muhalefet
partisini, ABD Büyükelçisine,
Anayasa’nın sadece Ana Muhalefet Partisi’ne tanıdığı bir hakkı
kullandığı için şikayet ettiği zaman gereğini
yapmayan, buna tepki vermeyen ana muhalefet partisi bugünlere gelinmesine
yardımcı olmuştur.
Eğer bir ülkede denge fren mekanizması yani yargı bağımsızlığı yoksa o ülke için
artık tehlike çanları çalıyor, tek adam rejimi bütün acımasızlığı ile hayata
geçiyor demektir.
Ülkenin bu hale gelmesinin müsebbipleri iktidar sahipleri ve de kifayetsiz
muhalefet değildir. Parlamenter rejim ortadan kaldırılıp, hiçbir anayasa
kitabında yeri olmayan “Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi” gibi bir bilimsel yalana bile tepki vermeyen Üniversite
hocaları, yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılırken sessiz kalan Yargıtay
üyeleri ve küçük menfaatleri uğruna
her türlü hukuksuzluğa sessiz kalan “yetmez ama evetçi” sözde aydınlarıdır.
Muktedir olduğunu zannedenler, ekonomi
kötüye gitmeye başlayıp, halk desteğinin düşmeye başladığını görmeye
başladıkları andan itibaren, hesap sorulacağı korkusu ile sertleşmeye ve
kendilerini korumaya almaya çalışırlar.
Şaibeli referandum sonucu sağlanan gayri
meşru anayasa değişikliği işte bu koruma kalkanını kurmaya yöneliktir.
Demokratik ülkelerde iktidarlar yargının
dümeninde değil, hizmetindedirler. Ancak şaibeli gayri meşru referandum
sonucunda, yargı da Tayyip Erdoğan’a biat etmiş, aynen AKP milletvekilleri gibi
sözünden çıkmayan bir yapı oluşmuştur.
Artık istediği korumayı sağladığını
düşünmektedir, ama maalesef bu her zaman böyle olmamaktadır.
Hikaye bu ya, bir zamanlar erken kalkanın
darbeye teşebbüs ettiğ bir Güney Amerika ülkesinde başarısız darbeci subaya hakim
sorar, -Suç ortakların kimlerdi, diye,
Darbeci subay çok kısa ve net cevap verir, -Sendin, diye .. Bunun
üzerine hakim hiddetlenir, darbeci subayı azarlar, darbeci subay yine aynı
umursamazlık içinde, -Eğer Muaffak olsaydım, bugün benim adıma burada yargılama
yapacaktın, der.
Kısadan hisse, yarın bir iktidar
değişikliğinde, bugünkü sistemi sırf kendilerini emniyete almak için kuranlar,
yargının bağımsız olmamasından şikayetçi olacaklardır.
Diktatörleşmek arzusu
böyle tehlikeleri de beraberinde getirmektedir.