Bilim adamlarına göre Yalan, herhangi bir
kişi, topluluk veya kurumu, yanıltmak amacı güdülerek yapılan rol veya doğru
olmayan herhangi bir ifadedir.
Örneğin bilbordlara “Hem Cumhurbaşkanını ve
hem de hükümeti seçeceksin” yazısı bunu tipik bir örneğidir.
16 Nisan referandumundan “Evet” çıkarsa
artık hükümeti seçmek gibi bir şansımız kalmayacak.
Cumhurbaşkanı olarak kimi seçersek, her
şeyin tek hakimi o olacak, Meclis dışından istediği her kişiyi, kimseye hesap
vermek zorunluluğu, güven oyu alıp alamamak endişesi olmadan bakan
atayabilecek.
Bugün bakanlar kuruluna verilmiş tüm
yetkileri Cumhurbaşkanı tek başına, meclis denetimi olmadan kullanacak.
Bugün bakan dediğiniz kişilerin görevini
seçmediğimiz, Cumhurbaşkanı tarafından atanmış,güven oyu almak endişesi olmayan
kişiler yerine getirecek.
Ayrıca görevi devam eden TBMM’nin
seçimlerini “yenilemek kararı almak” ile meclisi “feshetmek” arasında sonuçları
itibariyle hiçbir fark yoktur.
Bunu elbette sıradan her vatandaşın
anlayabilmesi mümkün değildir. O zaman gerçekleri,
doğruları halka anlatmak,düşünce ve ifade özgürlüklerini kullanmalarına engel çıkartılmayan karşıt görüşteki
siyasilerin ve basının görevidir.
Bu
gerçek dışı beyanların , tek sebebi,
Cumhurbaşkanı olan/olacak kişinin bütün idari otoriteyi kendi kişiliğinde
birleştirmek arzusu taşıyan anayasanın referandumdan geçmesini temin etmektir.
Dünya
Anayasa literatüründe olmayan bir sistem bilerek ve isteyerek yanlış olarak var gibi gösterilmektedir.
Zira hukuk ya da siyaset bilimi okumamış bir insan bunu bilmeyebilir. Ama hukuk
tahsili yapmış milletvekillerinin buna sahip çıkmasını anlamak mümkün değildir.
Aslında onlar açısından anlamak mümkündür.
Bir daha milletvekili olabilmek için “Kral daima haklıdır” sözü ile ilgili
bir ön kabulleri var demektir.
Siyasetçiler bizim ülkemizde maalesef bazen
geçmişte yaptıklarını, söylediklerini ya unuttukları için ya da işlerine öyle
geldiği için çok farklı olarak söylerler.
Bunun en çarpıcı örneğini geçtiğimiz
cumartesi günü Diyarbakır’da yapılan mitingde yaşadık.
Anayasa değişikliği için EVET propagandası
yapan Cumhurbaşkanı anayasaya aykırı
olarak “Türk Milleti demediğini, millet dediğini” söyleyerek, Türk Milleti
kavramını reddeder görünme çabasına girmiştir.
Bu ifade doğru bir ifade değildir. Zira Türk
Ceza Kanunu’nun Türklüğe hakareti suç sayan 301 maddesinde değişiklik yapılırken,
şimdiki Cumhurbaşkanı o günde yürütmenin başı Başbakandı ve gene çok etkin bir
siyasi kişilikti. 30 Nisan 2008 de TBMM
maddede değişikliği, Barolar Birliğinin 2007 yılında yaptığı öneriyi dikkate
alarak, Türklük yerine, Türk Milletine
hakaret edilmesini yasaklamak olarak değiştirilip, kabul etmişti.
Bu nedenle geçtiğimiz Cumartesi günü
Diyarbakır meydanında söylenen söz, ayrılıkçı, ya da Türk Milleti’nin bir üyesi
olmayı reddeden, içine sindiremediği varsayılan topluluğu
yanıltmak amacı ile söylenmiş doğru olmayan bir ifadedir.
Demokratik bir ülkede basın bunlar
karşısında susarsa, egemenliğin tek ve gerçek sahibi Türk Milleti de doğru karar veremez.
Zira Medya çağdaş demokrasinin en önemli
unsurlarından biridir. Bu nedenle de dördüncü kuvvet sayılır.
Demokrasilerde medyanın en önemli işlevi
halkı tarafsız biçimde bilgilendirmek ve çeşitli alanlarda doğru tercihler
yapmasına katkıda bulunmaktır. Yoksa ekonomik ve siyasal güç sahibi olan
iktidar yalakalığı yapmak değildir.