Demokratik hukuk
devletinde insanlar güven ve mutluluk içinde yaşamak isterler.
Bunu sağlayan ise
iktidarların, anayasa ve anayasalar üstü
hukuk kurallarına bağlılığıdır.
Tayyip Erdoğan ve
onun güdümündeki siyasi iktidar Anayasayı açıkça çiğnemektedir.
Bizim Anayasamıza
göre kuvvetler ayrılığı prensibi geçerlidir. Yasama, yürütme ve yargı birbirlerinden
bağımsızdırlar.
Parlamenter
rejimlerde iktidarı oluşturan parti veya partiler yasama meclislerinde
çoğunluğu sağladıklarından, yasama, yürütmenin güdümündedir.
Bu nedenle kişi
özgürlüğü bakımından en büyük güvence yargı bağımsızlığıdır. Eğer bir ülkede
gerçekten bağımsız bir yargı varsa, kişi güven içindedir.
Ama eğer yargı
bağımsızlığı ortadan kaldırılırsa artık
iktidarı, keyfilikten ve zorbalıktan alıkoyacak demokratik bir güç kalmaz.
Tayyip Erdoğan ve
güdümündeki hükümet, yasamaya da egemen olduğu için yargı bağımsızlığını da
ortadan kaldıracak, yargıyı da doğrudan kendine bağlayacak yasal düzenlemeleri yapma yolundadır.
Bunu yaparken de,
düne kadar bütün hukuksuzlukları beraberce yaptıkları, “Paralel Devlet” ile
mücadele ediyoruz, söyleminin arkasına sığınmaktadırlar.
Bugün yargıda,
bürokraside “Paralel Devlet” yapılanması var ise bu AKP iktidarının buna destek
vermesi sayesinde olmuştur.
12 Eylül 2010 Anayasa
değişikliği ile yargı ile oynanmış ve yargı bugün şikayetçi oldukları noktaya
getirilmiştir.
Sırf Yüksek yargıya egemen
olabilmek için bir anda Yargıtay ve Danıştay da ki üye sayısını şişirdiler.
Şimdi de kendi elleri
ile Yüksek Yargıya üye yaptıkları “Paralel Devlet” yapısının üyeleri olduğunu
iddia ettikleri, üyelerin üyeliğini
anayasaya aykırı yöntemlerle düşürmeye çalışmaktadırlar.
Bu hukuksuzluğa
yüksek yargıdan çok çılız ve çok geç kalmış bir tepki geldi.
“Ses çıkartmazsam
bana dokunmazlar” düşüncesinde olan ve Yüksek Yargıç sıfatı taşıyan bu şahısları
gördükten sonra, onlar buna layıkmış
diye düşünmemek elde değil.
Ama tam aksine
davranan, bu onurlu mesleğe layık yargıçlar bu ülke de hep oldu.
Dönem tek parti dönemi,
büyük hukuk devrimcisi Mahmut Esat Bozkurt Adalet Bakanı olarak Afyon’a gider.
Bir Hakim kendisini karşılamaya gelmez.
Bugün olduğu gibi, o
günde yardakçılar vardır ve O, onurlu hakimi Mahmut Esat’a ispiyonlarlar.
Büyük hukukçu, ispiyoncuya
kızar “Hakim kimsenin ayağına gitmez,ben hakimin ayağına giderim” diyerek
kendisini karşılamaya gelmeyen hakimi ziyarete gider.
Nerede öyle hakim,
nere de öyle siyasetçi.
Bu ülkenin, kralın
elini öpmeye giden değil, kralı ayağına getiren hâkime ihtiyacı var. Böylesi
kaldı mı şimdi onu, “zorunlu” kaçak saray çağrısında göreceğiz.
Bugünkülerin bu
tepkisizlikleri nedeniyle, başkanları “çay toplatmaya” da götürülür, Cübbeleriyle
kaçak saraya da çağrılırlar.
Burada “Davet” kelimesini bilerek kullanmadım.
Davet kişiliğine saygı duyulanlara yapılır, emrindeki kişiler ve kişiliğine
önem verilmeyen insanlar sadece çağrılırlar.
Yargının siyasi
iktidarın emrine girmesi aslında vatandaşın “hukuk güvenliğinin” ortadan
kalkmasıdır.
Zira hukuk
güvenliğini sağlayan “hakim güvencesi” yargıç sınıfına tanınan bir lütuf, bir imtiyaz
değil, vatandaşın hukuk güvenliğinin teminatıdır.
Hukuk güvenliğinin
ortadan kalkması, iktidarı keyfiliğe ve zorbalığa yönlendirecektir.
Keyfiliğe ve
zorbalığa sapılması, yalnız bir azınlığın
zora başvurarak darbeyle devlet
gücünü ele geçirmesiyle olmaz, aynı zamanda demokratik yol ve vasıtalarla
iktidara gelenler, sonradan yasama ve yürütme de açık yahut gizli bir darbe ile
VEYA HUKUA AYKIRI YASALARIN YARDIMI İLE
BİR MÜSTEBİTE DÖNÜŞEBİLİRLER. Yani anayasa ve hukuk dışı tutum ve
davranışlarıyla meşruiyetlerini kaybedebilirler.
İşte bu durumda,
demokrasiye özümsemiş insanların demokrasiyi, hukuka uygun yol ve
vasıtalarla savunması, hukuku alenen
çiğneyene karşı direnmesi hem hakkı ve hem de görevidir.
Demokrasiyi savunmak,
onu yok etmeye çalışana karşı direnmek, hukuka uygun davranmasını sağlamaktır.