Kriz durumu ani ve
beklenmeyen bir durumdur. Krizi yöneten kişi gerçekleri ve insanların
algılarını aynı anda görebilmeli ve olayı bütün çıplaklığı ile gözler önüne
serebilmelidir.
Yani kriz yönetimi
için en önemli husus, krizi yöneten kişinin açık, şeffaf ve güvenilir olmasıdır.
Liderler kriz yönetme
yeteneğine sahip olanlardır, bu yeteneği olmayanlar sıradan Genel Başkandırlar.
CHP’de yaşanan poster
krizini kimin yönetmesi gerekir?
Elbette Kılıçdaroğlu’nun.
Kılıçdaroğlu önce
açık bir kişi değildir.
ABD Büyükelçisi ile
bir otelin mutfak kapısından girerek görüşmüş, bu görüşmede yanında hiçbir
parti yöneticisi olmadığı gibi, tercüman bile ABD Büyükelçiliğinin tercümanıdır.
Bu konuda
Kılıçdaroğlu kamuoyuna açıklama yapmadığı gibi, tutanak tutup tutmadığı bile
belli değildir.
Ne konuşulduğunu,
ABD’ye ne gibi bir taahhütte bulunulduğunu kimse bilmemektedir.
Yani Kılıçdaroğlu bu
konuda açık değildir.
Sadece bu olayda mı?
Hayır, Ekmelettin
İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında da açık davranmadı.
Bugüne kadar
Ekmelettin İhsanoğlu’nu kendisine kim dayattı, açıklamadı.
Acaba Büyükelçiyle
yaptığı o görüşmede mi, Ekmelettin İhsanoğlu kendisine telkin edildi?
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’ndan gelen, Yönetmelik hükmüyle, tüzüğün etrafından dolanılarak
aday tespiti yapılamayacağı, yolundaki yazıyı, partinin yetkili organlarından
sakladı.
Partiyi büyük riske
attı.
Krizi yönetecek
insanın açık olması kadar güvenilir de olması gerekir.
Yerel seçimlerden
önce, parti içi eğitimden geçmeyenlerin aday gösterilmeyeceğini ilan etti.
Buna uydumu? Ne
gezer.
Türban olayında, “bunu
ben çözerim” dedi, “biz sadece üniversiteye gidemeyen kızların bu sorununu
çözeceğiz, bu sadece yüksek tahsille ilgili dedi”, türban ilk okullara kadar
girdi.
Türbanla Meclis Genel
Kuruluna girildiğinde “hayatımın en mutlu gecesini yaşadım” dedi.
Bütün bunlar olurken,
“Laiklik tehlikededir diyemem” dedi.
Hükümetin ülkeyi
bölünmeye götüren açılım politikasına, içeriğini bilmediği halde, bölücülere
sempatik görünmek için, nabza göre şerbet verip, “Açılıma kredi veriyorum”
dedi.
Şimdi de kalkıp
hükümet bu konuda şeffaf davranmadı diyor.
Yargıda cemaat
yapılanması yoktur dedi.
Yurt dışına kaçan
kaçana.
Atatürk’ün resminin
indirilmesi skandalında, olayın üstünü örtmeye çalışmak yerine, en fazla iki üç
kişinin önünde yaşanan bir olayı, başkalarına anlatan milletvekilini çağırıp,
olayın failini sorup, gerçeği öğrenip, gereğini yapabilirdi.
Yapmadı.
Yapmadığı gibi, resmi
indiren kişiyi ise ödüllendirdi, MYK’ya
aldı.
Olayı kamuoyuna
taşıyanın, ismi açıklamaması karşılığında Parti Meclisi’ne girmesi için
örtülü destek verdi.
Bu davranışları
sayesinde Kılıçdaroğlu güvenilirliliğini yitirdi.
CHP tarihinde
“Ortanın Solu” hareketinden sonra CHP’den ayrılıp parti kuranların
kişiliklerine, toplumda güven
duyulmadığı için kurdukları partinin adını “Güven Partisi” koyarak bu sorunu
aşmaya çalışmışlardı.
Ama bu isim de onlara
toplumda güven sağlamadı, parti tarihe
karıştı.
Kılıçdaroğlu,
önceleri halka sunduğu vaatlerine inandırıcılık sağlamak için, “Benim Adım
Kemal, ben yaparım” diyordu. Halkta inanıyordu.
Ama kendisi bile,
toplum indinde inandırıcılığının
kalmadığının farkındaki, artık “Benim adım Kemal, ben yaparım” demiyor, diyemiyor.
Güvenilir ve açık
olmadığı için parti içindeki basit bir krizi bile yönetemiyor.