AKP’nin, daha
doğru bir ifadeyle Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar uyguladığı “mezhepçi” dış
politikaları Türkiye’nin hareket alanını giderek iyice daraltı.
Suudi
Arabistan ve İran şimdiye kadar özellikle Suriye ve Yemen’de yürütülen
mezhepsel savaşta aracılar vasıtasıyla karşı karşıya gelmekte idiler. Suudi
Arabistan’da bir Şii din adamının idam edilmesi, iki ülkeyi bu defa bir
mezhepsel ihtilafın doğrudan tarafı haline getirdi. İki ülke arasındaki
diplomatik ilişkiler kesildi. İran ile diplomatik ilişkilerine son veren başka
ülkeler de oldu.
Suudi
Arabistan içeride zor durumda. Dünya petrol fiyatlarındaki sert düşüş
ekonomisini zorluyor. Zorunlu büyük zamlar halk arasında hoşnutsuzluk yarattı.
Daha önemlisi, Suudi hanedanı mensupları arasındaki iktidar çatışmaları da
sistemi zorluyor. O nedenle, dikkati dış düşmana yöneltmek için yönetimin İran
ile krizi isteyerek ve bilerek çıkarttığı görülüyor. Bir Şii din adamının
sadece düşüncelerinden ötürü idamı başka şekilde izah edilemez.
Diplomatik
kaynaklar ve bölgenin uzmanları, bu ihtilafın bir sıcak çatışmaya dönüşmesine
ihtimal vermiyorlar. Ancak buna rağmen ihtilaf, bölge ülkelerini saf
belirlemeye zorluyor.
Krizin
patlamasının üstünden iki gün geçtikten sonra AKP hükümet sözcüsü Kurtulmuş,
suya sabuna pek dokunmayan ve denge bulmaya çalışan bir açıklama ile
“kurtulmaya” çalıştı. Türkiye’nin ilke olarak idamlara karşı olduğunu,
İran’daki Suudi temsilcilerine yapılan saldırıları da kabul edilemez bulduğunu
söyledi.
Kendisini
bölgedeki aracılı mezhepsel çatışmaların Sünni tarafında konumlandırmış olan AKP
hükümeti, safını bu defa kesin olarak açıklaması için, yeni
“müttefikimiz” Suudi Arabistan tarafından baskı altına alınacak.
Bölgesel dış
politikasını adeta Suudi Arabistan’ın güdümüne bırakmış olan AKP hükümeti, bu
baskıdan sıyrılamayacak ve Suudi Arabistan’ın kendi iç sorunlarını örtmek için
kışkırttığı uluslararası krizin tarafı olmaya zorlanacak.
AKP hükümetinin bu mezhep eksenli politikaları bölgede Suudi Arabistan
ve Katar’dan başka dost bırakmadı. Suriye sorununda bu iki ülke ile birlikte
hareket ediliyor.
Suudi Arabistan’ın öncülüğünde kurulan “İslam ittifakı”na sorgusuz
sualsiz katıldık.
Ekonomi önemli ölçüde bu iki ülkeden çeşitli yollarla gelen sıcak para
ile döndürülüyor. Hal böyle iken, AKP baskıya nasıl direnecek?
Nitekim,
Dışişleri Bakanlığı 5 Ocak sabahı bir açıklama yaptı. Açıklamada, İran’daki
Suudi diplomatik ve konsüler temsilciliklerine yapılan saldırılardan endişe
duyulduğunu vurguladı ve bu temsilciliklerin güvenliğini sağlamakla yükümlü
olduğunu İran’a hatırlatıldı.
Açıklamada idamlardan ise hiç söz etmedi,
hâlbuki idamların infazından bir gün evvel Tayyip Erdoğan oradaydı.
Oysa,
özellikle nükleer anlaşmadan sonra, Türkiye’nin uzun erimli ekonomik ve enerji
çıkarları İran ile iyi ilişkiler geliştirmesini gerektiriyor. Maalesef,
mezhepçi takıntılar Türk dış politikasındaki bütün esnekliği ortadan kaldırdı
ve köşeye sıkıştırdı.
AKP
yöneticileri aşağılanmaya çalışılan “monşer” dış politikasında bu esneklik
vardı. Zira, o politika, Atatürk'ün zamanın efsane dışişleri müsteşarı, gizli
dışişleri bakanı Menemencioğlu'na yaptığı "komşularınızın iç işlerine
karışmayın" tavsiyesine uygundu ve doğruluğu on yılların deneyimiyle
kanıtlanmıştı.