Sevgili Mustafa Mutlu geçtiğimiz Perşembe
günü Aydınlık Gazetesindeki köşesinde “Yoksa Diyarbakır’da özerklik mi ilan
edildi” başlıklı bir yazı yazdı, Yazıda Diyarbakır Belediyesi’ne ait bina ve bir
hizmet aracının üzerinde “Amed” yazdığına yer vermişti.
Yazının sonlarına doğruda Cumhuriyete ve
Cumhuriyetin değerlerine bağlı aydın hassasiyetiyle “Dersim diye bir yer
yok;Tunceli var!”,”Amed yok; Diyarbakır var” demişti.
Bu davranışlar, yani Diyarbakır’a Amed,
Tunceli’ye Dersim” demek, Cumhuriyete ve Cumhuriyetin kurucu babalarına duyulan,
dillendiremedikleri, düşmanlığın dışa vurumudur.
CHP’de
kaset operasyonu yapılıp ulusalcılar tümden tasfiye edilinceye kadar,
akıllarından geçirseler bile bunu dillendirme cesaretini gösteremiyorlardı.
Tayyip Erdoğan ve AKP üst yöneticilerinin,
Mustafa Kemal Atatürk’e, İsmet İnönü’ye
ve tabii ki Cumhuriyet Halk Partisine, Baykal’a yapılan kaset
operasyonundan ve ulusalcıların tasfiyesinden sonra saldırmaya, hakaretler
etmeye başlamış olmaları tesadüf değildir.
Tepki almayacaklarını, karşılık
görmeyeceklerini ve hatta dolaylı destek göreceklerini bildikleri için bunları
yapma cesaretini buldular.
Büyük devrimleri, büyük değişimleri bu
ülkeye getiren Cumhuriyet Halk Partisi değiştirilmeden, dönüştürülmeden,
Türkiye’nin dönüştürülmesinin mümkün olmadığını, oyunu planlayanlar
biliyordu.
Kaset operasyonuyla bu gerçekleştirildi ve
Türkiye dönüşmeye başladı.
Cumhuriyetin kurucu babalarının koltuğunda
oturanlar, onlara ve onların en büyük eseri olan Cumhuriyete meydan okurcasına
“Ben Dersimli falancayım” derse, bir başka zavallı da çıkar, “Ben Dersim
Milletvekiliyim” , “Ben Dersim Milletvekili Adayıyım” der
Ülkenin kurucu babasının , iki büyük
eserimden biri Cumhuriyet Halk Partisi demişken, onun koltuğunda oturanlar, ona
meydan okurcasına, Tunceli yerine , feodalitenin, derebeyliğin söylemi olan
“Dersim” diyebiliyorsa, bütün hedefleri önce özerklik, arkasındanda bağımsızlık
olan bölücülerin, Diyarbakır yerine “Amed” demelerini niçin yadırgayalım ki.
“Özgürlük ve bağımsızlık benim
karakterimdir” diyen kurucu babanın partisinin ikinci adamları, ABD
Konsolosluğu’nun isminin gizli tutulmasını istediği,önemli kontağımız diye
nitelediği,CİA’nın gölge istihbarat örgütü Stratfort’un TR 705 kod numaralı kişisi olan Sezgin
Tanrıkulu ise, ABD’nin diğer mutemet ismi, Bir diplomattan daha fazla bilgi
alabildiklerini söyledikleri,ayrıca ABD kökenli Gryphon Partners’ın “yetenek
havuzunda”, “bizim takım” üyesi diye adı geçen Murat Özçelik ise ve üçüncüsü de
Atatürk’e “kefere” diyen, “Lazca eğitim dili olsun diyen Mehmet Bekaroğlu ise; bunların
bu görevlere getirilmesi Cumhuriyetin kurucu babalarından rövanş alma
duygusunun dışa vurumudur.
Milletvekili adayı tespit ederken, adayın
varsa mesleki başarısı değil de Ermeni
olması ön plana çıkartılıyor. Laikliği bu ülkeye getirmiş bir partide adayın dini, mezhepsel aidiyeti hiç önemli
değildir ama, bu aday Ermeni Soykırımının yüzüncü yılında aday gösterilmesinin
anlamlı olduğunu söyleyebiliyorsa,
hele bir de bu Milletvekilinin
eşi “Atatürk Dersim’de yapılan katliamları biliyordu, emri o verdi
diyebiliyorsa, burada üstünde durulması gereken başka bir şey var demektir.
Oda Cumhuriyete karşı ideolojik bir tavrın,
bilinç altına yer etmiş, kinin, düşmanlığın dışa vurumudur.
Bunlar da çok önemli olmayabilir,bu ulu
çınar bunları da aşar; ama bu partide milletvekili olup da, her konuda şeker
manisi kıvamında ahkam kesenler, butür olaylar karşısında Büyük Orta Doğu
Projesinin mimarı büyük ağabeyleri kızar diye seslerini çıkartmıyorlarsa, bu
devleti kuran ulu çınarın kurutulmaya
çalışmasına göz yumulması demektir.
Bu efendilere bir şeyi anımsatmakta fayda
var.
Bir milletvekilliği için her şeylerin
verebilirler, ama unutmasınlar ki eninde sonunda “eski milletvekili” olacaklar,
işte o zaman çocuklarınızın yüzüne ya da utanmadan aynaya bakabilecekler mi?