İktidar sahipleri, uzunca süre
iktidarda kaldıkları zamanlarda otoriterleşmeye başlarlar. Özellikle serbest
seçim sonucunda iktidara gelen siyasi oluşumlar, iktidarda kalma süreleri
uzadıkça kendilerini her konuda hak sahibi görürler.
Bunlar seçmen çoğunluğunun siyasal
tercihini milli irade olarak kabullenirler ve halka da öyle anlatmaya
başlarlar.
Birde bunlar karşılarında
kendilerini sıkıştıracak, zorlayacak muhalefet olmadığını anladıkları anda
dilediklerini yapmayı kendilerinde hak görürler.
Bunlar bütün gücün kendi ellerinde
olmasını isterler. Özellikle de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı bunları çok
rahatsız eder.
Bunlar her istediklerinin de yargı
tarafından onaylanmasını isterler. Eylem ve işlemlerinin hukuksuz olduğuna
karar veren yargı bunlar için muhakkak ezilmesi gereken bir düşmandır.
Aslında yansız ve bağımsız
yargının kendi güvenceleri olduğunu düşünemezler.
Seçimler sonucu beliren seçmen
çoğunluğunun siyasal tercihini, artık dünya da kullanılmayan Fransız devriminin
bir söylemi olan milli irade olarak nitelemeye bayılırlar.
Parlamentodan çıkan bir
yasayı Anayasa Yargısı iptal mi etti; söylem
hemen hazırdır; bu milli iradeye karşı gelmektir, bu bir darbedir.
Bunları yanıltan O meclisin duvarında yazan “Egemenlik kayıtsız
şartsız Milletindir” vecizesidir.
Orada yazan egemenliğin bir aileye
değil, halka ait olduğudur. Yoksa o parlamentoda çoğunluğu ele geçirenler
millet iradesini temsi ediyorlar değillerdir.
Millet geçmişten geleceğe uzanan,
yani geçmiş nesilleri ve gelecek kuşakları da kapsayan bir manevi kavramdır.
O bakımdan onun bir iradesi
olamaz. İngiliz ve Amerikan Parlamentolarında bu sözü hiç duydunuz mu?
Duyamazsınız; zira onlar,
parlamentoya yansıyan tablonun bir milli irade olmadığını, sadece seçimlerde oy
kullanan, yani sandığa giden seçmenin
bir sayısal tercihi olduğunu bilirler.
Siz hiç ABD de Başkanın veya
İngiltere’de iktidarın kendilerinin milli iradeyi temsi ettikleri saçmalığını dile
getirdiklerini duydunuz mu?
Duyamazsınız. Çünkü orada ki
demokrasi anlayışı bizdeki gibi çarpık bir demokrasi anlayışı değildir.
Şimdi bizde bir de “Darbe” lafı
çıktı.
Yargı kararı hoşuna mı gitmiyor.
Yapıştır “Bu Milli İradeye karşı bir darbedir”
Hırsızlıklar, yolsuzluklar ortaya
dökülmeye başladı mı, düne kadar can kuşun olan F tipini bir anda darbeci ilan
et.
Tarihten husumet çıkartmaktan yana
olanlardan değilim ama maalesef bu ülkemizde ilk defa yaşanmıyor.
Çok partili rejime geçtiğimizden
bu yana bu milli irade safsatası üçüncü defadır yaşanıyor.
Milli iradeyi temsi ettiğine
inanan iktidarlar geçmişte de hürriyetleri kısıtlayıp, anayasa çiğnenirken hep
aynı terane dile getirilmiş, “Biz milli İradeyi Temsil ediyoruz. Hiç kimse
hiçbir şey bu iradenin karşısına çıkamaz”
Ama sonu hep hüsran olmuş.
1961Anayasası bu teranenin dile
getirilmesine engel olmasına rağmen 1960 lı 70 li yıllarda bu gene
tekrarlanmış.
AKP iktidarı biliyorsunuz hep yeni
düşmanlar yaratmakta çok mahir. O zaman yeni bir düşman yaratmak lazım.
Suçlu Anayasa.
Niye çünkü artık parlamentonun
üstünlüğü değil Anayasa’nın üstünlüğü söz konusu.
O zaman Anayasayı çarmıha gerelim.
Nasıl olsa yandaş bulunur. Nitekim bulunuyor da, bölücüler, numaralı
cumhuriyetçiler.
Vur anayasaya hem de ne adına?
Milli irade adına.
Rahmetli Prof.Dr. Munci Kapani
Hocamız 27 Şubat 1966 tarihinde Milliyet Gazetesinde çıkan bir yazısında “…
Seçmen çoğunluğunun siyasi tercihine
‘milli irade’ yaftasını yapıştırmak sadece yanlış olmakla kalsa üzerinde
durmaya değmeyebilirdi. Bu yalnız hatalı değil aynı zamanda tehlikelidir.Milli
iradeyi temsil ettikleri zehabında ve iddiasında olan iktidarlar çoğu zaman
sakat demokrasi anlayışı içinde ters
davranışlara sürüklenmektedir. Bunlar ‘demokrasiyi düpedüz bir sayı üstünlüğü
rejimi’ olarak anlamak eğiliminde olduklarından çoğunluğun sırf çoğunluk olmak
itibariyle daima haklı olduğu ve her
istediğini yapabileceği sanısına kapılmışlardır……” demiş.
Ne kadar bugünlere benziyor değil
mi.
Tarih, ders alınsaydı tekerrür
eder miydi?