15 Ekim 2014 Çarşamba

SORUN AYDIN SORUNU

      
Bu ülkede güven içinde yaşamak istiyorsak, hukukun üstünlüğüne hep beraber ve her şart altında sahip çıkmalıyız.
Bu nedenle son günlerde bazı mahkemelerce verilen gizlilik kararları toplumun aydın kesiminde haklı olarak tedirginlik yaratmaktadır.
Devlet hangi nedenle olursa olsun suçu ve suçluyu koruyamaz, korumamalıdır.
Yargıda şeffaflık sağlanamaz ise bazı kesimler, bugün olduğu gibi bunu kendi çıkarları uğruna hemen istismar ederler.
Nitekim, Güneydoğu Anadolu da son günlerde işlenen bazı cinayet davalarına getirilen yayın yasağı insanlarda “Ne oluyor gene faili meçhuller mi başlıyor?” kaygısını uyandırdı.
Bu kaygıya çanak tutan İçişleri bakanı olan zatın olaylar karşısında “Misliyle cevap alacaklar”, sözde Başbakan’ın “bir toma yerine on toma” gibi, hukukun üstün olduğu iddia edilen  demokratik bir ülkede söylenmemesi gereken sözlerde neden olmaktadır.
Suça ve suçluya devlet misliyle cevap vermez, suç işleyeni kulağından tutar bağımsız yargının önüne çıkartır. Yasalar çerçevesinde cezasını verir.
Devlet olmanın gereği budur.
Elbette bu tür hukuksuzluklara karşı en sert tepkiyi vereceğiz.
Ancak bugün yurt içinde haklı olarak hukukun üstünlüğünü savunan bir kısım “ilim adamı!” aynı hassasiyeti uluslararası ilişkilerde hemen göz ardı edebilmektedirler.
Devlet içeride ne kadar hukuka uygun davranmak zorunda ise, uluslararası ilişkilerinde de o kadar hukuka uygun davranmak zorundadır.
İçeride hukukun üstünlüğünü savunan aydınlar, “bilim adamları!” yazarlar, çizerler uluslar arası ilişkilerde de aynı duyarlılığı göstermek zorundadırlar.
2005 yılında, o tarihteki ABD Dışişleri Bakanı Condollaze Rice bir konuşmasında “Yeni bir Ortadoğu şekillendireceğiz. Fas’tan Pakistan’a yirmi iki devletin sınırlarını değiştireceğiz” dediği  zaman, bu ülkenin  hukukun üstünlüğünü savunan aydınları, “bilim adamları!” yazarları, çizerleri, “Dur bakalım sen hangi hak ve yetkiyle böyle bir açıklama yapıyorsun” dediler mi?
Demediler. Çünkü kafalarının gerisinde, toprak bütünlüğü ortadan kalkmış, İran, Irak ve Suriye BOP projesinin hedefi olan büyük Kürdistan vardı.
O nedenle buna hiç ses çıkartmadan, ellerini ovuşturarak, keyifle seyir ettiler. Irak bölündü, istedikleri Kürdistan özerk bölgesi kuruldu, şimdi sıra Suriye’de, orası da bölünsün, orada da bir Kürdistan özerk bölgesi kurulsun.
Suriye yönetimine karşı, AKP iktidarı oradaki muhalif gruplara her türlü silah yardımını yaparak, Suriye’deki iç çatışmayı körüklerken, siz bu ülkenin ilim adamı kılıklı şarlatanlarının buna karşı çıktığını hiç duydunuz mu?        
 Milletlerarası hukuk bir egemen devletin iç işlerine müdahaleyi ne zamandan beri, bizim toprak bütünlüğümüze saldırı olmadığı sürece ve Birleşmiş Milletler kararı olmadan,  hukuka uygun sayıyordu?
Bu ilim adamı kılıklı şarlatanlar o zaman hiç hukukun üstünlüğünden söz etmediler.
Şimdi Türkiye’den, ilişkilerimiz iyi olur kötü olur, ama bir egemen devlete karşı hasmane tutum içinde bulunmamız, oradaki terör örgütüne insan ve silah göndermemiz, en azından oraya gidecek “savaşçı ve üçüncü ülkeleri gönderdiği silahların geçirilmesine göz yumulması  isteniyor.
Anayasaya aykırı bir şekilde, Ceza kanunumuza göre suç sayılan bir fiili işlememizi istiyorlar ve bunu yaparken de hukukun üstünlüğü, hukuka saygı onları hiç ilgilendirmiyor.
Bunlar diledikleri gibi konuşuyorlar, tek taraflı yalanlarla kamuoyunu yanıtlıklarını zannediyorlar.
Bunu görüp, bunu bilip bunları ona göre dinlemek ve okumak gerekiyor.
İçinde yaşadığımız dönemin sorumluları elbette ufkun ötesini görmekten  aciz olan siyasilerdir.
Ama bu ülkenin asıl sorunu, aydın namusuna sahip olamamış aydınlardır.

Gerçek aydın aleyhine bile olsa doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, güçlünün hukukundan değil, hukukun üstünlüğünden yana olan  insandır.