Geçtiğimiz hafta Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunda, Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği için yapılan oylama
ülkemiz açısından hüsranla sonuçlandı.
Türkiye üçüncü turda ancak altmış
oy alarak, ağır bir hezimete uğradı.
Demokrasiye inanıyorsak bu tür
yarışmaların sonunda kaybedilebileceğini de peşinen kabul etmek gerekir. Bu
dünyanın da sonu değildir ama üzücü de olduğu muhakkaktır.
Üzücü olan bu sonucu öngörememiş
olmak ve kaybedilecek yarışa ısrarla ve uluslararası kuruluşlarda yerleşik
davranış kurallarına aykırı olarak devam etmektir.
Birleşmiş Milletler Genel
Kururlunda Tayyip Erdoğan’a karşı takınılan tutum, o konuşurken salonun
boşalması, bu sonucun habercisi idi.
Ya diplomatik kaynaklarımız bu
durumu öngörüp Cumhurbaşkanı’nı uyarmadılar, (Başbakanı bilerek yazmadım zira o
sadece gölge bir görevli) ya da uyardılar fakat dünya liderliği kendisinden ve çevresinden menkul Tayyip Erdoğan bunu
kabul etmedi.
Para verilen, insani yardım
yapılan bir çok ülkenin bize oy vereceği
yanlış hesabına kapılındı.
Kendisini Ortadoğu’nun lideri
zanneden Tayyip Erdoğan çok uzun zamandan beri gelişen olayları doğru okuyup
değerlendirecek birikime sahip olmadığı için bu vahim sonucu göremedi.
Basına da yansıyan haberlere göre,
oylamaya yakın günlerde Suudi Arabistan, Mısır, İsrail, ABD ve Yunanistan Türkiye’nin
aleyhine kulis faaliyetlerinde bulunmuşlar.
Bunu hiç yadırgamamak lazım.
Zira, Arap Milliyetçiliğinin bir
gerçek olduğunu bilip kabul etmek gerekir.
Elbette Arap dünyası ile yakın ekonomik
ve kültürel ilişkilerin arttırılmasına, gerek coğrafi yakınlık ve gerekse
tarihsel nedenlerle özel önem verilmelidir.
Ama bu ilişkiler geliştirilirken,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının
cepheden cepheye koşarken edindikleri ve Tayyip Erdoğan bu ülkeyi yönetmeye
başlayıncaya kadar, bu ülkeyi geçmişte yönetenler, Arapların içişlerine
karışmamayı, Araplar arası ihtilaflarda taraf olmamayı bir devlet politikası
olarak benimsemişlerdi.
Tayyip Erdoğan yönetimindeki
Türkiye bu deneyimleri göz ardı ederek, Arapların içişlerine müdahaleye,
Araplar arası ihtilaflarda taraf olmaya başlayınca, Türkiye o
coğrafyadaki bütün saygınlığını yitirdi.
Ne tarihsel bağlılık ve ne de din
kardeşliği kaldı.
Bir bakın Ortadoğu coğrafyasında
kavgalı olmadığımız kaç ülke var. Irak Suriye ve Mısır’ın içişlerine müdahale
ediyoruz. Suriye ve Mısır da Büyükelçimiz bile yok. Mısır’la aracılar
vasıtasıyla görüşerek Büyükelçi ataması yapmaya çalışıyoruz, adamlar kabul
etmiyor.
Komşularla sıfır sorundan, sıfır
dosta evrildik.
Hani Tayyip Bey Filistin’e gidecekti, oradaki barış
görüşmelerinde adımız bile geçmiyor.
Tayyip Bey sayesinde kimse o
masanın etrafında bizi görmek istemiyor. Yokuz sadece Ortadoğu’da mı, hiçbir
yerde yokuz.
Yalnızlaştık, uluslararası
ilişkilerde yapayalnız kaldık, bunu da “değerli
yalnızlık” diye halka yutturmaya çalışıyoruz.
Olimpiyatları Japonya’ya ,
İzmir’in aday gösterildiği Expo’yu BAE
kaptırdık.
ABD’ye Fettullah Gülen’i bana iade
et diyoruz, basına sızan haberler doğruysa, onlar adamı Beyaz Saray’a davet
ediyorlar.
Sen kendi ülkende, muhaliflerini
susturmak için Hitler dönemi yasalarına
benzer yasalar çıkartmaya çalışırsan, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırırsan,
hukuk devletinden kanun devletine
dönmeye çalışırsan, demokrasi insan hakları diyen ülkeler sana hiçbir yerde
destek vermezler, nitekim de vermiyorlar.
Kendi ülkesinde insanları taraf
haline getiren, mezhepçiliği ön plana çıkartan bir yapıya dünya barışında geçici de olsa söz hakkı niye
versinler.
Birisi dünya da Saygın olmayı,
Atatürk gibi Cemiyet-i Akvam’a üye olmak için başvurmamasına rağmen, üye olmaya
davet edilmek olduğunu Tayyip Bey’e anlatsın.
Anlatılsın ki, Tayyip Erdoğan,
Dünya’daki durumunun hani “Hababam Sınıfındaki” sportif hiçbir kabiliyeti
olmayan, başarıları da kendinden menkul, espri konusu beden hocası “Body
Ekrem’e” benzediğini anlasın.