Ülke yangın yerine dönmüş, terör büyük
kentlerden sonra Karadeniz sahillerine ulaşmış, sanki böyle vahim bir tablo
yaşanmıyormuşçasına, adamın biri başkanlık derdinde, biri de, kendisine her türlü hakareti yapan Saray darbesiyle görevinden uzaklaştırılmış
başbakan müsveddesine “helallik” vermek peşinde.
Biri hukuku, demokrasiyi ayaklar altına
alıyor, öbürü çıkıp, Anayasa’ya aykırı ama dokunulmazlıklarla ilgili Anayasa
değişikliğine evet diyeceğiz diyor.
Tabii o zaman Saray’da oturanın hiçbir
anayasaya aykırı davranışına ses çıkartılamıyor, çıkartılsa da kimse ciddiye
almıyor.
Saray’da oturan ve ona biat etmiş siyasi
hareket,zamanında terör örgütüne yardım yataklık ederek, ülkeyi kaosa
sürükleyip Anayasa’da tarif edilen “olağanüstü hal ilanını gerektirenden daha
vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması……” na sebep olmuş ve sadece tükürdüğünü yalamamak
için, sıkı yönetim ilanından kaçınıyor.
Muhalefet bunu bile açık yüreklilikle
söyleyemiyor.
Son bir yıla bakın, toplu katliamlarla kaç günahsız sivil hayatını kayıp etti, kaç
tane şehit verdik.
Tayyip Erdoğan ve şürekâsının bunları
görmezden gelmesinin tek sebebi var, o da,”ülke
parlamenter rejimle yönetilemiyor”, ancak başkanlık sistemiyle
yönetilebilir düşüncesini, halka kabul
ettirmek.
Bu oyun bile halka doğru dürüst anlatılamıyor.
Yaygın terör olaylarının bu noktaya gelmesinde, terör örgütüne
yaranmak için söylenen eşit vatandaşlık, Yerel Yönetimler Özerklik
Şartına Konan çekincelerin kaldırılacağı yolundaki anlatımların da katkısı
var elbette.
Bunları
söylemek yerine, iktidara gelindiğinde, yolsuzlukların hesabının sorulacağına, çalanın
yanına kar bırakılmayacağına inandırmak
lazım milleti; artık burjuva namusuna sahip büyük servet sahiplerinin bile
kabul ettiği, paylaşımdaki adaletsizliği
ortadan kaldırılacağını söylemekten korkulmaması lazım.
Güneydoğu
Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımıza, iktidara gelindiğinde, o bölgede
yüzyıllardır yöre halkının kanını emen feodal düzenin, köylüler, çalışanlar lehine
düzeltileceğini anlatılması gerekiyor.
Çiftçinin nasıl önünün açılacağı anlatılmalı,
akılları hiçbir şeye ermiyorsa, 1926 yılında çıkmış 752 sayıl çiftçiye
kullandığı mazot için uygulanan vergi iadesi yasasını, günümüz Türkçesine uyarlayarak
tekrar gündeme getirmeliler.
Devrimci, halkçı olmak, kişisel ve parti
çıkarlarından önce ülke yararlarını savunmak demektir; eğer ülkenin bu günlerde yaşadığı kaostan kurtulması için sıkıyönetime
ihtiyacı varsa, ki var, bunu açık yüreklilikle dile getirmek lazım. Yani doğruları söylemekten kaçmamak lazım.
Bugünkü şartlarda terör bölgesinde İl İdaresi
Yasasının verdiği yetkilerle, Mülki İdare Amirlerince göreve çağrılan
askerlerin yarın zor durumda kalacaklarını açık açık anlatmak lazım.
Laikliği sadece “Din ve Vicdan Özgürlüğü” ne
indirgemeye çalışmak Tayyip Erdoğan’ın peşine takılmaktır. Laiklik
demokrasidir, düşünce ve ifade özgürlüğüdür, ortak kültür demektir, din ve
devletin ayrılması demektir, dince kutsal değerlerin siyasete alet
edilmemesidir, yani Salı grup
toplantılarında Cuma Hutbesi kıvamında konuşmamaktır.
Laiklik; devrimciliğin ön koşuludur, çünkü
laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin ve çağın gereklerinin gerisinde
kalmış kurumları değiştirmenin tartışması bile yapılamaz.
Laiklik; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür,
küçük hanımefendiler, küçük beyefendiler yetiştirerek aydın bir toplum
yaratmaktır.
Halkçılığında ön koşuludur, çünkü bir din
devletinde halkın istedikleri değil, dinsel seçkinlerin düşünceleri önemlidir.