Güneydoğu’da yaşanan ve artık ülkenin her
tarafına yayılma eğilimi gösteren hadiseler herkesin yüreğini yakıyor.
Ülkeler zaman zaman bu tür terör
faaliyetleriyle, örgütleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Ama orada devletler
terör örgütleriyle görüşmediler.
Ne Almanya’da Ne Fransa’da ve ne de komşumuz
Yunanistan Terör örgütleriyle görüşmediler.
Hatta George W. Bush, 8 Mayıs 2008 tarihinde
İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmada, çok haklı olarak, teröristlerle,
şiddet yanlılarıyla müzakere etmenin çok yanlış olacağını söylemiştir.
Kendi Başkanları teröristle görüşmenin çok
yanlış olacağını söylemiş bulunan Amerikalı yöneticiler bugün Türkiye’nin
PKK’yı muhatap kabul ederek müzakere
masasına dönülmesini isteyebilmektedirler.
Amerikalı ve diğer batılı ülkelerin bu
yöndeki taleplerini, bize aykırı bile gelse anlayabilmek mümkün, zira onlar,
her devletin yapması gerektiği gibi, kendi ulusal çıkarlarını korumak ve
savunmak uğruna bunu isteyebilirler.
Çünkü Türkiye’nin üniter yapısı onları
ilgilendirmemektedir.
Ama bu ülkenin siyasetçileri ve aydın
geçinenleri açısından bunu anlayabilmek mümkün değildir.
Terör örgütü PKK ile müzakere masasına
oturmak demek, PKK’nın şuana kadar yaptığı her eylemi ve ortaya koyduğu her
söylemi kabullenmek demektir. Bu da, hak elde etmenin yolunun hukuk dışı, yasa
dışı faaliyetlerle ve kan dökerek olacağı kanısını uyandırır.
Bu nedenle terör örgütüyle müzakere
edilerek, ülkeye huzur geleceğini düşünmek çok büyük bir yanılgıdır.
Türkiye önce bu terör belasını kendi çabasıyla,
güvenlikçi önlemlerle bitirmeli ve ancak verilmesi gereken hakları
da geciktirmeden bütün vatandaşlarına vermelidir.
Yani verilmesi gereken demokratik hak ve
özgürlükler, terör belasından kurtulmak için, yani def-i bela kabilinden değil,
bu halk, bunlara layık olduğu için verilmelidir..
Terörü bitirmek, terör örgütünü muhatap
alarak değil, terörün maddi ve manevi silahlarını elinden alarak olur.
Terör örgütüyle Oslo görüşmeleriyle başlayan
süreçten bu yana, bir zamanlar Türkiye’nin kırmızı çizgisi olarak kabul
edilen “Demokratik özerklik”,”Genel af”
gibi kavramlar artık sıradanlaşmış ve her gün kullanılan sözler haline
gelmiştir.
Bu ülkede terör örgütü PKK’nın TBMM de bir bildirisini bir
Milletvekili okumaya kalkınca mecliste “Terör örgütünün adını bu çatı altında
okuyamazsınız” diye kızılca kıyamet kopmuştu.
Nereden nereye geldik, terörist başından
yüce meclisin çatısı altında “Sayın” diye söz edilebilmekte.
Daha iki gün evvel müzakere masasına dönmenin ön şartı olarak, Öcalan’la görüşme öne
sürülmüştür.
Kendini aydın zanneden bazı zavallılar terör
elebaşlarından sanki bir meşru askeri kuvvetini komutanı gibi söz ederek onları
yüceltmekte, sadece yüceltmekle de kalmamakta, başkaldırıyı, kimi zaman düşük
ve kimi zamanda yüksek yoğunluktaki çatışmaları “savaş” diye niteleyerek
terörle mücadeleyle aynı kefeye
koymaktadırlar.
PKK’nın siyasi uzantısı olan siyasi parti
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullandığı meşru müdafaa hakkını, Birleşmiş
Milletlere şikayet konusu yapmaktadır.
Bu Türkiye açısından son derece tehlikeli
bir durumdur. PKK ve onun siyasi uzantısının nihai hedefi PKK terörünü
uluslararasılaştırmaktır.
Birleşmiş Milletlerin olaya müdahalesini sağlamaktır.
Ülke içinde yaşanan terör sorunun halinde
PKK’nın siyasal uzantısı partiyle aynı paralelde davranan siyasi partiler,
bunun tarihi sorumluluğunun altında kalırlar.
Bu olaya en sert tepkiyi vermesi gereken
parti Cumhuriyet Halk Partisidir.
Bu yazıyı yazdığımız ana kadar bu konuda bir
tepkileri duyulmadı.
Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin
seçimde doğrudan ya da dolaylı PKK’nın siyasal uzantısına destek açıklamaları,
içeriğini bilmedikleri bitmeyen yalan
olan açılıma dolaylı destek vermeleri, taşıdıkları tarihi sorumlulukla
bağdaşmamaktadır.