Siyasetle uğraşan herkes Ortadoğu’nun
yeniden şekillendirilmesi yolundaki değişimin önce düşünce bazında
şekillendirildiğini, sonrada bu düşüncelerin
eyleme dönüştüğünü görürler.
Nitekim CİA eski Ankara İstasyon şefi Graham
Füller’in 2008 yılında Türkçeye çevrilen
“Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında “Türkler
Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i
silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk
Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve tasfiye edilmeleri gerekir” diye yazmıştır.
Bu yazılanların hepsi adım adım Türkiye’de
gerçekleşmedi mi?
Atatürk terk edilmek istenmiyor mu?
Devletin bütün kurumlarıyla, İktidarın ve
muhalefetin elbirliği ile bu yapılıyor.
Ilımlı İslam’ı hayata geçirme çalışmaları
yoğunlaşmadı mı?
Hiç şüpheniz olmasın en yoğun şekilde
yapılıyor, nere de ise laikiz derken boynumuz büküp, utangaç bir eda ile
“maalesef laikiz” diyeceğiz.
Kemalizm’in gerçek savunucuları, tasfiye edilmedi
mi?
AB raporlarında “Bir darbe teşebbüsünü
araştıran ve ülkedeki demokratik kurumları istikrarsızlaştırmayı hedefleyen bir
suç şebekesine yönelik tarihteki en
kapsamlı ilk inceleme diye nitelenen, Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk, fuhuş
gibi davalar Türk Silahlı Kuvvetlerinin sindirilmesi için tezgahlanmadı mı?
Böylece “bağımsız Büyük Kürdistan”ın
önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmadı mı?
Siyasetteki ulusalcıların tasfiyesi de bunu için yapılmadı mı?
2008 yılında yayınlanan “Silk
Road”un raporunda CHP’de yapılacak operasyon adım adım yazılmamış
mıydı?
Bu rapor da Baykal’ın nasıl CHP’nin başından
“def edileceği” yazılmıyor muydu?
Hatta bayan Clinton’un aynı tarihler de
Ankara Büyükelçiliğine gönderdiği kriptoda, Baykal’ın yerine geçecek
kişinin ismi verilerek, “Bu işi becerip
beceremeyeceği” sorulmuyor muydu?
2009 AB İlerleme raporunda “Kemalizm’i
bırakın denmiyor muydu?
Resmi kurumların duvarlarında Atatürk’ün
resmlerine ne lüzum var, kaldırın onları denmiyor muydu?
Bütün bunların nedeni, “bağımsız büyük
Kürdistan”ı kurma stratejisidir.
Ulus Devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni çok
dilliliğe teşvik ediyorlar, resmi dilin Türkçe ile sınırlı olmaması gibi
istekleri artık alenen dillendirilir hale geliyor
Ama gelişmelere bakın, bu yönde hazırlıklar
yapıldığını, hazırlıkların ötesinde fiili uygulamalara geçildiğini de görüyoruz.
Güneydoğu Anadolu vilayetlerinin bazılarında
belediye binalarında, sokak tabelalarında Kürtçe kullanılmaya başlandığını
görüyoruz.
Irak’ın toprak bütünlüğü bizim kırmızı
çizgimiz iken, bir anda ne oldu da Kuzey Irak Kürt yönetimiyle içli dışlı olduk.
Yukarı da belirttiklerim sadece 2008 ve 2009
yıllarından aklımda kalanlar.
ABD ve AB ne istiyorsa bu ülkede o oluyor.
Bu nedenle de ne ABD’ye ne de AB’ye kızmanın
bir âlemi yok. Onlar haklı olarak kendi “ulusal
ve bölgesel çıkarları” ne gerektiriyorsa onu yapıyorlar.
İçimizden de elde ettiklerini de istedikleri
gibi kullanıyorlar.
Bizim yapacağımız bu elde edilmiş kişileri
tespit edip teşhir etmek.
Bu ülkenin “liboşlarının” en büyük mutluluğu
“Batılılar tarafından sırtının sıvazlanıp, övülmesidir.”
Sırtı sıvazlanıp, yanağından makas alınan “liboşlar”,
nelere alet olduklarının çoğu zaman
farkında bile değildirler.
Ne iktidarın ve ne de muhalefetin ülkenin
dış politikasıyla ilgili konuşurlarken hiç ağızlarından “ülke çıkarları” lafının çıktığını duydunuz mu?
Duyamazsınız, iktidara da muhalefette de
verilmek istenen biçim verilmiş, artık uygun zaman ve zemin beklenmektedir.
Bu alenen oynan oyunun temelinde yatan, bölgesel
şartlar oluşunca ve zamanı gelince oluşturulacak olan “Bağımsız Büyük
Kürdistan”a giden yolun
açık
tutulmasıdır. Bu ABD’nin stratejik hedefidir.
Nitekim Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı
Mesud Barzani de geçtiğimiz hafta Washington’daki bir düşünce kuruluşunda
yaptığı konuşmada “ bir bağımsız Kürdistan kesinlikle geliyor” dedi.
Her şey gözlerimizin önünde açıkça
oynanıyor, gizlisi saklısı yok. Sadece biraz dikkatli olmak gerekiyor.