Kılıçdaroğlu, Fettulah Gülen’e yakınlığı ile
bilinen zaman Gazetesi’ne verdiği röportajda, yine Cumhuriyeti ve 1930 lı yılları hedef aldı. AKP iktidarı ile
Atatürk’ün Genel Başkanı olduğu CHP’nin tek parti iktidarı döneminin
uygulamalarını karşılaştıran Kılıçdaroğlu “Türkiye’de şu anda tek parti devleti
var. Bir dönem Valiler CHP’nin İl Başkanıydı. 1930’ ların yapısı…Tek parti
döneminde bir parçada olsa adalet vardı, şimdi oda yok. Şu andaki
uygulamalar tek parti döneminden daha kötü dedi.
Bu söylemin nedeni olsa olsa, ya
Kılıçdaroğlu’nun Osmanlı’nın küllerinden
yeniden doğan yeni Türk devletinin kuruluşunu içine sindirememesi, ya da tarihi olayları
içinde yaşandığı dönemin normları ile değerlendirilmesi gerektiğini bilmemesidir.
Bugünkü yazımda 1930’lara ışık tutacak iki
ünlü isme yer vermek istiyorum.
Birisi yaşamı boyunca Atatürk’e karşı mücadele vermiş Zekeriya Sertel, diğeri de Dünyanın önde
gelen siyaset bilimcisi Maurice Duverger.
Zekeriya Sertel hatıralarında acaba Atatürk
diktatör müydü sorusuna, “Kişi
yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk
egemenliğine önem verdi. Bütün koşullar O’nun Doğulu bir diktatör
olmasına elverişliydi, fakat, asker
olmasına rağmen yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu.Bu otorite
diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil, sevgiye dayanıyordu…Günün koşullarının
elverdiği ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz eleştirilerimizi özgürce
yapabiliyorduk. Nazım Hikmet en devrimci şiirlerini O’nun döneminde yazdı” diye
cevap veriyor.
Siyaset bilimci Maurice Duverger de,
Kemalizmi “Kemalist tek partinin birinci
özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı. Tek partinin şefleri
için ideal çoğulculuktu..Mustafa Kemal’in siyasal rejimi çoğulculuğun üstün bir
değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini
yerine getiriyordu.Üstelik,Türk partisinin yapısal açıdan da otoriterlikle
hiçbir ilgisi yoktu. “ diyerek hak
ettiği yere oturtuyor.
Siyasetçi olayları doğru okuyup doğru
değerlendirmek zorundadır.
Kurtuluş savaşı döneminden başlayarak
1937-38 lere kadar bu ülke gerici, yobaz
ve bölücü isyanlarla uğraşmıştır.
Tek parti döneminin şeflerinin hedefleri
çoğulcu demokrasi olmasına rağmen, devrimlerle
demokrasi arasında bir tercih yapmak zorunda kaldıklarında, devrimleri
seçmişler ve demokrasiyi belirli bir süre için
ertelemişlerdir.
Kılıçdaroğlu ve aynı düşünceyi paylaşanlar,
üç beş gerici yobaz oyunu alabilmek için Atatürk ve onun yakın mücadele
arkadaşlarına dil uzatmayı siyaset yapmak zannediyorlar.
Eğer 1930’lar Türkiye’sini yönetenler kötü
idiyse 19 Mayıs gecesi Anıtkabir’de ne işiniz vardı.
Kimi kandırıyorsunuz?
Siyasetçi siyasal hayata, aynı zamanda
devrin koşullarına doğru teşhis koymalıdır.
Kılıçdaroğlu ve arkadaşları geçmişi o günün
normları ile okuyamadıkları gibi bugünü de doğru teşhis edemiyorlar, hem de bir
Amerikalı muhabir kadar bile doğru teşhis edemiyorlar.
Geçen hafta CNN İnternatıonal’da “Atatürk:
Turkey’s Love Affair with its Founder” (Türkiye’nin kurucusu ile olan Aşkı)
başlıklı bir haber yayınlandı.
Haberi yazan muhabir, bankalarda okullarda
zorunlu olarak asılan Atatürk resimlerinin ilginç olmadığını, ama 2007 den
sonra, insanların kahvehanelere, küçük işletmelere, araç tamirhanelerine
kendiliklerinden astıkları bu resimlerin olan bitene bir tepki olduğunu, Atatürk resimlerinin Türk insanın hayatında
rahatlatıcı bir unsur olduğunu yazdı.
Bir bilim adamı, bir solcu yazarın
yazdıklarını, paylaşmamın nedeni, aslında doğrudan Batılılar böyle istiyor diye
Atatürk’e ve Kemalizm’e karşı yapılan bilim ve akıl dışı değerlendirmeler ve
bunu yapanlar daha iyi anlaşılsın diyedir.
Amerikalı muhabirin yazdıklarına ise,
Atatürk’e ve Kemalizm’e yapılan bu akıl ve bilim dışı saldırıların toplumda ters
teptiğini görünüz diye yer verdim.
1930’ların Türkiye’sinde adalet, Adalet
Bakanı’nı karşılamadı diye şikayet edilen hakim için “Hakim kimsenin ayağına gitmez, biz ona gideriz” diyen Adalet
Bakanlarının olduğu dönemdir.