Toplumun Araplaştırılması hedefi "yola konulunca", sıranın şimdi
rejimin ve devletin Araplaştırılmasına geldiği anlaşılıyor. Gelişmeler,
Türkiye'de Baas ve Körfez emirlikleri karışımı bir Arap rejimi tesisinin amaçlandığını
gösteriyor.
Nitekim Recep Tayyip Erdoğan “Biz Milleti İbrahim’den geliyoruz, diyerek”
bunu ikrarda etmiş oluyor.
Yukarıda Sözünü ettiğimiz Arap
rejimlerinin öne çıkan niteliklerini hatırlamakta yarar var:
- Muktedir tek kişiye doğrudan bağlı çok güçlü bir istihbarat teşkilatı;
- Silahlı kuvvetler ve polis üzerinde muktedir tek kişinin mutlak
hakimiyeti;
- Muktedir tek kişinin ailesi mensuplarının devlet işlerinde etkili konuma
getirilmesi;
- Devletin bütçesinin muktedir tek kişinin (Körfez emirliklerinde bir
ailenin/aşiretin) kontrolüne bırakılması, kamu harcamalarındaki denetimin
ve saydamlığın ortadan kaldırılması, hesap verilebilirlik ilkesinin tümüyle
dışlanması;
- Ülkenin bütün varlıklarının yönetiminin muktedir tek kişinin (Körfez
emirliklerinde bir ailenin/aşiretin) yönetimine terk edilmesi;
- Güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılması, her üç erkin de muktedir
tek kişinin egemenliğine bırakılması;
- Seçilmiş meclisin etkisizleştirilmesi, onun yerine, istişare
kurullarının (Körfez emirliklerinde şura) öne çıkarılması; devletin,
meclisin çıkaracağı kanunlardan ziyade, muktedir tek kişinin kararları ile
yönetilmesi;
- Bakanlıkların, kurumların ve bakanların etkisizleştirilmesi, iç ve dış
politikaların muktedirin etrafına doluşturulan danışmanlar kalabalığı
eliyle alınması;
- Kamu kurumlarının ve medyanın bir partinin denetimi altına konulması,
itaatkar özel sektör kuruluşları yaratılması, diğerlerinin tehdit altına
alınması, bürokrasi üst kadrolarının bir partiye mutlak itaat kriterine göre
dağıtılması;
- Böylece bir parti devleti yaratılması;
- Yüksek korumalı çok sayıda saray merakı. Tek adam için özel koruma
birlikleri ihdası (Cumhuriyet muhafızları gibi);
- (Özellikle Körfez emirliklerinde) Dinin devlet işlerinde rehber alınması;
- Seçimlerin sadece bir "şekilsel gereklilik" haline getirilmesi
ve devletin bütün gücüyle tek parti lehine seçim kampanyası yürütmesi.
Bu tablo anayasal ve yasal değişiklikler sonrasında Türkiye'deki
gelişmelerle aynı. Böyle bir karşılaştırma ile Türkiye'nin geleneksel hedefi
olan batılı, çağdaş demokrasi modelinden ne kadar uzaklaşıldığı ve devletin Araplaştırılması
yolunda ne kadar mesafe alındığı görülebilinir.
Gidişin engellenmesi ve tersine çevrilmesi önümüzdeki dönemde meşru ve
demokratik siyasal ve toplumsal tepki oluşturulmasına bağlı olacak. Bu konuda
kuşkusuz siyasi partilere büyük görev düşüyor.
Sadece laf üreten, şimdide “program”
çalışmalarıyla top çeviren CHP maalesef iğnesiz arı gibi bir şey ortaya
koymadığı için ümit de vermiyor.
Türk milliyetçileri neden sessiz?
Toplumun ve devletin "Araplaştırılmasına" en çok Türk
milliyetçilerinin karşı çıkması beklenir.
Ne yazık ki, özellikle 1980 12 Eylül faşist darbesinden sonra
askerlerin de desteğiyle yoğun biçimde uygulamaya konulan "Türk-İslam Sentezi" Türk
milliyetçiliğini giderek etkisizleştirdi. Sanki böyle bir kavrama ihtiyaç
varmış gibi. Sanki Türklük ve İslam birbirlerine karşı
imiş ve barıştırılmaları gerekiyormuş gibi... Sanki Türkler asırlar boyunca
İslam'a çok büyük hizmetler yapmamışlar gibi...
Bu kavram etrafında, Türk milliyetçilerinin geleneksel partisinden ayrı
olarak, siyasi oluşumlar ortaya çıkarıldı.
Bu konuda değerlendirme yaparken İslam'ı ve siyasal İslam'ı birbirinden
ayırmak gerekir.
Milliyetçilik ve İslam birbiriyle elbette çelişmez. Ne var ki, ulus ötesi
"ümmetçiliği" dayatan siyasal İslam ile, ulusçuluğu
savunan Türk milliyetçiliği birbirine zıt iki siyasal akımdır. Dinci
ideolojilerle bağdaşmaya çalışan hiçbir siyasal ideolojinin varlığını koruması
mümkün değildir. Laiklik bunu önlemek için de vardır.
Nitekim maalesef, Türk milliyetçiliği, yıllar geçtikçe, siyasal İslam'ın
ümmetçi ideolojisinin içinde neredeyse tamamen eritildi. Gelinen aşamada
"Cumhur ittifakı" denilen yapıya böyle de bakmak gerekir.