Cumhuriyetimizin
niteliklerini belirten Anayasamızın 2. maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin
niteliklerini sayarken “….Bir hukuk devleti” olduğunu hükme bağlamıştır. İlk üç
maddesinin değiştirilemeyeceğini ve hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini hüküm altına
almıştır.
Hukuk devleti,
yönetilenlerin uyması gereken hukuk kuralları koyarken, yönetenlerin de hukuka
uygun davranmalarını zorunlu kılar. Bu nedenle bir “cahil bilgicinin” “…..Anayasayı bir kere delmekten bir şey
olmaz” sözüne zamanında gerekli tepki vermezseniz ya da bir takım
siyasetçilerin “….her şeye hayır diyorsunuz”, dememeleri için açıkça Anayasaya,
yasalara aykırı olan Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin, yedek üyeleri ile birlikte
toplanmasına ses çıkartmazsanız; bu Kurula bugün Kurul demek için Anayasa ve
yasaların emredici kurallarını çiğneyerek toplanması karşısında da sadece
hamasi nutuk atabilirsiniz.
Anayasamızın
“E.Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlığını taşıyan 79.maddesinin 5. ve
6. fıkraları, Yüksek Seçim Kurulu’nun teşkilini düzenlemektedir. 79.maddenin 5.
ve 6. fıkralarında Yüksek Seçim Kurulu’nun yedi asil ve dört yedek üyeden
oluştuğu, dört yedek üyenin kura ile belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Yine 298 Sayılı
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 11. maddesinde
Yüksek Seçim Kurulu’nun yedi asil dört yedek üyeden oluşacağı hüküm altına alınmıştır.
Aynı husus
Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da da
düzenlenmiştir.
Anayasanın ve
yasaların bu açık hükmüne rağmen,2011 yılında, siyasi partilerin de görüşü
alınarak, Anayasa ve yasalarda değişiklik yapmak ihtiyacı duymadan, tam bir
“Çadır Devleti” mantığı ile “biz yaptık oldu” diyerek Yüksek Seçim Kurulu’nun
karar almak için yedekleri ile birlikte toplanması konusunda mutabık
kalınmıştır. Bir hukuk devletinde böyle bir hukuk garabetini savunabilmek mümkün değildir.
Demokrasilerde,
demokratik yollarla seçilmiş karar organlarının hakkı, seçilmemiş grup ya da
grupların karşısında göstermelik kalmakta ise o rejime demokratik denemez.
Nitekim İstanbul
seçimlerinde, Anayasa ve yasalara aykırı bir şekilde toplanan Yüksek Seçim
Kurulu, “YOK HÜKMÜNDE BİR KARARLA” seçilmiş Başkanın hakkını gasp etmiştir.
Bu yaşadığımız
haksızlığın, hukuksuzluğun müsebbibi demokratik, siyasi hayatın vazgeçilmez
unsuru olan siyasi partiler, “albay-çavuş” ilişkisi içinde, Yüksek Yargıçlardan
oluşan Yüksek Seçim Kurulu’nun anayasayı ve yasaları çiğnemesine göz yummuşlar
hatta çanak tutmuşlardır.
Anayasa’nın ve
Cumhuriyetin temel nitelikleri ile sorunu olan “Tek adam rejimini” savunan iktidar partisi için bu açık
anayasaya aykırılık bir sorun ifade etmeyebilir, ama hukuk devletini savunan
siyasi partiler bu Anayasa’ya aykırı işlemi nasıl kabul etmişlerdir
anlayabilmek mümkün değildir.
Bu
davranış, bu anayasa ihlaline destek
verenlerin bir hukuk bilgisinin de, anlayışının da olmadığını açıkça ortaya
koymuştur.
Yarın açıkça
anayasaya aykırı bir kararla iktidar gücünü elinde bulunduranlar zaten baskı
altına aldıkları özgürlükleri tümden kaldırırlarsa , bu konuda da hukuk
nosyonundan yoksun olanlardan bir şey
beklemek mümkün değildir.
İnanıyorum ki,
bu hukuk faciasını partilere yaptıranlar “hukukçulukları kendisinden menkul”
bazı hukukçu(!) olduğunu iddia edenlerdir.
Hiçbir meslek
sahibinin hata yapması elbette mazur görülemez ama hukukçu hata yaptığı zaman
toplumu uçuruma sürükler; aynen Yüksek Seçim Kurulu’nun, anayasa aykırı bir
şekilde toplanıp karar vermesine imkan tanıyanlar gibi.