ABD'nin iki bakanımız hakkında aldığı
karara Türkiye'de benzer bir şekilde yanıt verdi.
ABD, yaptırım kararı hakkında yaptığı
açıklamada, kararı sadece rahip Brunson'un tutukluluğu ile ilişkilendirmedi.
Yaptırımları, "her iki yetkilinin Türkiye'deki ciddi insan hakları
ihlallerinin sorumlusu olan hükümet kuruluşlarının başındaki kişiler"
olmaları ile açıkladı. Bu açıklamada Brunson salıverilse bile, yaptırımların
süreceğinin işaretini verdı.
Aslında sorun, iki bakana yaptırım
uygulamasından ibaret değildi. Sorun, ABD'nin Türkiye'ye aşiret devleti
muamelesi yapıyor olmasıydı. Maalesef bu muameleye gerekli bir yanıt
verilemedi.
Onun yerine apar topar bir heyet
Vaşington'a gönderildi. Heyetin ülkemiz lehine bir sonuç alamadı apar topar
döndüler.Deneyimli ve de dürüst diplomatlar, “Türkiye her alanda sıkışmış
durumdayken, ABD hiçbir mevzide geri adım atmaz!” diyorlar.
Dış politikada yaşanan son gelişmeler
"İsmet İnönü'nün ünlü sözlerinden birisini anımsattı...
"Büyük devletlerle ilişkiler, ayı
ile yatağa girmeye benzer"
Maalesef ABD ve Rusya ile
ilişkilerimizde geldiğimiz nokta tam da o, büyük
devlet adamının tarif ettiği tabloyu yansıtıyor: AKP'nin hayalci,
beceriksiz politikaları sonucu, artık üstelik bir değil, iki
"ayı" ile aynı yataktayız. Ağır yaralar almadan oradan kurtulmamızın
imkanı da bulunmuyor.
Marifet, büyük devletler ile ilişkileri
"yatağa girilecek" aşamaya getirmeden düzenleyebilmekti. Tersi
yapıldı, yatak aşamasına geçiş kolaylaştırıldı.
Türkiye gibi orta ölçekli gücü olan
ülkelerin yöneticileri, akıllı iseler, ülkelerinin çıkarlarını büyük
devletlerin çıkarları ile çatışır noktaya getirmekten özenle kaçınırlar.
Sorunları, o noktaya gelmeden çözmeye çalışırlar. Çıkar çatışması halinde,
büyük devletlerin vereceği zararın, kendi ülkelerinin karşılık olarak
verebileceği zarardan çok daha büyük olacağını bilirler.
Deneyimli diplomatlar o diplomatik nezaket
ve zarafet içinde “Maalesef ülkemizin yöneticileri hem ABD, hem Rusya ile
ilişkilerde bu temel dış politika kuralını gözardı ettiler.” derler. Derler ama
işin aslı “gözardı” etmek değil, cahil
bilgici olmalarıdır
1 Mart (2003) tezkeresi TBMM'de kabul
edilseydi, onbinlerce ABD askeri zaman bakımından ucu açık
şekilde Türkiye'nin en duyarlı bölgesine yerleşecek ve kısa süre içinde
çıkar çatışması (belki sıcak çatışma) daha o vakit kaçınılmaz hale gelecekti. O
zamanki CHP yönetiminin basireti ve öngörülü yönetimi böyle bir gelişmeyi
TBMM'de engelledi.
Ancak, iktidar ve TBMM böyle bir
basiretli davranışı Suriye olayında sergileyemedi. Çünkü o tarihte CHP’nin
başında artık o basiretli ve öngörülü kadrolar yoktu. Aksine, Arap Baharı'nın
ve ABD'nin dolduruşuna gelerek, Şam'da bir Müslüman Kardeşler iktidarı
kurabileceğini hayal ettiler. ABD'nin asıl amacının, Kürt koridorunu
oluşturabilmek için Suriye'nin bölünmesi
ve Irak'da başlatılmış olan Kürdistan projesinin Suriye'ye de ilerletilmesi
olduğunu, bunun bir aşamada kaçınılmaz şekilde Türkiye ile ABD arasında derin
bir çıkar çatışmasına neden olacağını görmediler.
2011 yılında Suriye olayları başlayana
kadar ABD ile ilişkilerimizde esaslı bir sorun yoktu.
Olaylar başladıktan sonra Suriye, ABD
ile aramızdaki sorunların anası haline geldi.
Türkiye ilerletilmekte olan Kürdistan
projesine direndikçe, ABD, Zarrab
Halkbank, İran ambargosu gibi Suriye dışı baskı vasıtalarını devreye
soktu. Suriyeli sığınmacılara yok canından 40 milyar dolar harcayan Türkiye'nin
içine düştüğü ekonomik çöküntü ABD'nin işini kolaylaştırdı.
İktidarın ABD baskısına karşı Rusya ile
ilişkilere yönelmesi çözüm olmadı; aksine, ilişkileri daha da karmaşık hale
getirdiği gibi, Rusya'ya da bağımlılık oluşturdu.
Türkiye şimdi ABD ve Rusya'nın
birbirleriyle çelişen çıkarları arasında çaresiz durumda. Rusya'ya yaklaşsa
ABD'nin gazabını, ABD'ne yanaşsa Rusya'nın gazabını üzerine çekecek, çekiyor.
Türkiye çok zorda..