21 Nisan günü
Yargıtay 16. Ceza Dairesi Ergenekon Davası diye bilinen, aydın, asker birçok
kişinin, hukuk en iğrenç şekilde çiğnenerek mahkum edildiği davayı, hukuk fakültelerinde ders diye okutulacak nitelikte
bir kararla bozdu.
Hatırlanacağı üzere o
tarihte başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün AKP’liler bu davanın tarihi bir
dava olduğunu, askeri vesayetin son bulduğunu, “Türkiye’nin bağırsaklarını
temizlediğini” söylüyorlardı.
Tayyip Erdoğan,
önceleri “Uygun bir savcı arıyoruz” diyerek
yola çıktı, bulunan o uygun savcının düzmece belgelerle açtığı davalar içinde “Ben bu davanın savcısıyım” diyecek
kadar davayı benimsedi.
Bu çok doğaldı, zira
o tarihte iktidar, “paralel” bu ülkenin aydınlarına, subaylarına karşı
elbirliği halinde ihanet içindeydiler.
Yetmez ama evetçiler,
dönek solcular, numaralı Cumhuriyetçiler ve de tabi onların o tarihteki doğal
müttefikleri yobazlar ağızlarından salyalar akarak, Silivri zindanlarındaki
insanlara acımasızca saldırıyorlardı.
İnsan mantığına aykırı
ithamlar vardı, ülkenin Genel Kurmay Başkanı, Ordunun başındayken değil emekli
olduktan sonra darbeye teşebbüsten
tutuklanıyordu.
Yurt dışında
görevdeyken, ifade vermeye çağrılınca, hiç tereddüt etmeden koşup gelen bir
subay, fıkra gibi bir gerekçeyle “kaçma
şüphesi var” diyerek tutuklanıyordu.
Avukatlar, sanıklar
delil diye sunulan belgelerin düzmece olduğunu, hukuka aykırı deliller
toplandığını söylüyorlardı, hatta bu konuda kitap bile yazıldı, ama ciddiye
alınmadı.
Bu süreçte, bu
davanın sanıklarına yapılan maddi manevi işkenceye AKP iktidarı ve yandaş basın
destek veriyordu.
Adamı “Ergenekon’un
kasası” diye tutukladılar, kanser oldu, ancak ölüme tahliye ettiler, ailesi
parasızlıktan cenazeyi kaldıramadığı için Belediye kaldırdı.
Deniz Subayı Ali Tatar
uğradığı haksızlığa isyan ederek canına kıydı.
Bir tarafta bunlar
vardı, diğer tarafta katiller, ırz düşmanları, kurtarılma vadiyle ve
öğretilenleri söylemek şartıyla gizli tanık yapılanlar.
Sırf aydınların,
subayların aleyhine tanıklık yapacak diye, katile bir can dostuna hitap
edercesine, “Osman’ım” diye seslenen hâkimler yürüttü bu yargılamayı.
Bu ahlak ve hukuk
dışı yargılamanın sonunda günahsız insanlar mahkûm edildi. Yani vatanseverler bedel ödedi.
Bugün Yargıtay
tarafından paçavraya çevrilen o karar çıkınca, o tarihte yandaş gazete
manşetleri ibretlikti.
Bu ahlak dışı, hukuk
dışı yargılamanın suç ortakları vardı. İktidar ve “paralel” diye nitelenen ve
şimdilerde “FETÖ terör Örgütü” diye nitelenen örgüt, bu hukuk katliamını müştereken yaptılar.
“FETO Terör
Örgütü’nün” çete başına “Ne istediniz de vermedik”, “Bu hasret ne zaman
bitecek” diyen kimlerdi.
Bu işbirliğini
yargıdaki bir numarası Savcı Öz’e, zırhlı makam aracını tahsis eden kimdi?
AKP iktidarının
tepesindekilerdi.
Bu işbirliği o kadar
yoğundu ki, oyun bozulup ortaklık bittikten sonra, doğrudan talimat verilenlerin, konuşmalarından korkularak kaçmalarına
göz yumuldu.
Şimdi “aldatıldık”
mazeretinin arkasına sığınarak insanları kandırmak mümkün değildir. Yargıyı 12
Eylül 2010 değişikliğinden sonra bunlara kendi elleriyle, sırf bu nedenle teslim
ettiler. Yani hepsi suç ortağıdır.
Bu ahlak ve hukuk
dışı yargılamayı, tertipleyenler, onların maşaları olan savcılar, yargıçlar,
polisler yargı önünde hesap vermeliler ki, işte Türkiye o zaman bağırsaklarını
temizlemiş olsun.