30 Ekim tarihinde Viyana’da, aralarında İran
ve Irak gibi şeriat hükümlerine göre yönetilen ülkelerinde bulunduğu, 17
ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen, Suriye konulu toplantı bildirisinin
birinci maddesinde, “Suriye’nin laik
geleneği esastır” hükmünün konulması Türkiye açısından da çok önemlidir.
Zira; laiklik ilkesi Orta Doğu ile ilgili
uluslararası bir metne ilk defa giriyor.
Bu kayıt Paris’te gerçekleştirilen insanlık
dışı vahşi İŞİD saldırısından evvel olduğu için, bugün çok daha önemli hale
geldi.
Türkiye demokrasiyle yönetilen, nüfusunun
yüzde doksan dokuzu Müslüman olan, ama laik bir devlettir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın,
“terörün, dini, mezhebi, etnik kökeni, milliyeti yoktur, terör terördür,
terörist teröristtir” sözü lafzen doğrudur ama, ister hoşumuza gitsin ister
hoşumuza gitmesin, son dönemlerde gerçekleştirilen terör, maalesef İslami
terördür.
Bu terör faaliyeti, elbette bütün
Müslümanları ve İslam âlemini hedef göstermeyi, bir nefret söylemi geliştirmeyi
haklı kılmaz.
Terör her gün yöntem değiştirerek ve hedef
büyüterek bu noktaya geldi.
Uçak kaçırma, bireysel şiddet noktasından
kitle halinde insanların katline dönüştü.
Teröre karşı dünya ortak bir tavır
geliştirmedi.
Çünkü her terör grubu bazılarının işine
geliyordu. Türkiye Asala ve PKK terörüyle boğuşurken, bugün İŞİD katliamına
hedef olan Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri bunların sırtını sıvazlıyordu.
Bunlarla masaya oturun, geçmişinizle
yüzleşin safsatalarını bize anlatıyorlardı.
O zaman bize telkinleri “güvenlikçi
tedbirler değil, özgürlükleri genişletin” oluyordu.
Terör belası bumerang gibi boyunlarına
dolanınca şimdi, özgürlükler ülkesi Fransa’da “güvenlikçi tedbirlerin” alınacağı söyleniyor ki, onlardan, bizde
olduğu gibi ülkelerinin bölünmesinin yolunu açacak bir toprak talebi de söz
konusu olmamasına rağmen bu terör
saldırısını “savaş ilanı” olarak kabul ediyorlar.
Orta Doğu’nun enerji kaynaklarına egemen
olabilmek için bölgeyi istikrarsızlaştırıp, kan gölüne çevirerek, bu terör
ikliminin oluşmasının ve dolayısıyla bölge insanın yıllardır terör belası ile
iç içe yaşamasının sorumlusu batılılardır.
Ülkemizde ve bölgedeki etnik veya mezhepsel
terörün sorumlusu Batılılar olmasına rağmen, Türkiye, zaman
geçirmeksizin uluslararası İslamcı hareketlerle ilişkisini kesmelidir.
Dünya’nın terör listesine aldığı adamları burada ağırlamaktan vaz geçmelidir.
Türkiye ,laikliğin içini Anayasa hükmüne, AYM
ve AİHM kararlarına rağmen boşaltmaya
devam ederse, bizde de geçmişte
Pakistan’da, Afganistan’da ve İran’da da yaşandığı gibi büyük felaketler
yaşanabilinir.
Bugüne kadar dini sömürerek gelmiş AKP’den
böyle köklü bir dönüşüm beklemek hayal âleminde yaşamak olur.
Türkiye içinde laiklik temelinde sert bir
muhalefet yükseltmek için hem iç ve hem de dış koşullar çok uygundur.
Ülke çok büyük bir tehlikeyle karşı
karşıyayken, özellikle de Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu laik muhalefeti
yükseltmesi gerekmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi kendi iktidarında,
bugün AKP’nin uyguladığı dinci/mezhepçi dış politikadan dönüp, bütün komşuları
ile iyi ilişkiler kuracağını, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” prensibini hayata geçireceğini
ilan etmelidir.
Birilerinin kuyruğuna takılıp komşu ülkelerin
iç işlerine karışmaktan vazgeçmelidir.
Esad’ın görevde kalıp kalmayacağı
Türkiye’nin değil, Suriye halkının bileceği bir iştir.
Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminin, bugüne kadar
yaptığı gibi, her önüne gelene mavi
boncuk dağıtarak, ne laik bir muhalefeti ve ne de onurlu dış politikayı gerçekleştirmesi mümkün gözükmemektedir.
Onun için Cumhuriyet Halk Partisi’nin biran
evvel özüne dönmesi gerekmektedir.
Geniş kitlelere laikliğin dinsizlik
olmadığını, tam aksine, gerçek Müslümanların din ve vicdan özgürlüğü kapsamında,
ancak laik bir düzende mutlu olabileceklerini anlatabilir, anlatmalıdır.
Hemen yanı başımızda din adına işlenen
cinayetler halka anlatılarak, milyonların desteği sağlanabilir.
Türkiye’de yükselecek sert bir laik muhalefet,
terör gerçeğiyle yüzleşen batının da desteğini
alacaktır.
Bütün bunlar yapılmaz, ise tehlike geliyorum
diyor.