Türkiye 1 Kasım da, tarihinde ilk defa
Cumhurbaşkanı Anayasa'nın 116.
maddesine dayanarak, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanının seçilmesinden itibaren kırk beş gün içinde
Bakanlar Kurulu kurulamadığı gerekçesiyle ülkeyi seçime götürüyor.
7 Haziran'da sandıktan çıkan sonuç aslında
bir koalisyonu gündeme getiriyordu.
Tayyip Erdoğan, dört yüz kişilik bir AKP
grubu elde ederek bu ülkede tek adam ham hayali içinde yaşadığından, bu sonucu
elde edememenin verdiği ruh haliyle egemen olduğu AKP'nin bir koalisyona ortak
olmasını istemediği gibi, MHP'nin kendi inancı doğrultusunda HDP ile hiçbir
şekilde bir ortaklığın içinde olmayacağı hatta dışarıdan bile destek
vermeyeceği ortaya çıkınca ülkeyi bir seçime sürüklemekten çekinmedi.
Bu davranışıyla ülke ekonomisinin kötüye
gitmesi, terörün azması, dış politikada ülkenin yalnızlaşması onun hiç umurunda
olmadı.
Onun tek gayesi kendisini ve yakın çevresini
korumaya almaktı. Bunun için her şeyi yapabilirdi, sonu ülke için macera olacak olsa da bir seçime götürmekten
hiç çekinmedi.
Hatta bunun gerçekleşmesi için büyük çaba
sarf etti.
Ülke bir seçime gidiyor şurada nereden
bakarsak bakalım, ne toplumda ne de siyasi partilerde bir seçim heyecanı yok,
aslında olması gerekir değil mi?
Her seçimin bir yenilenme, bir değişim bir
demokrasi şöleni olması gerekir.
Ama toplumda maalesef böyle bir umut böyle
bir beklenti yok.
Geniş halk kitlelerinde 7 Haziran
seçimlerinden farklı bir sonucun çıkmayacağı algısı çok yaygın bir şekilde var.
Nitekim kamuoyu araştırma şirketlerinin
değerlendirmeleri de aynı sonuçları veriyor.
Bunun nedeni halkta umut ve heyecan
yaratacak bir lider ve kadrolarının olmamasıdır.
Dünyada bir çok ülkede ama özellikle bizim
ülkemizde "Lider" çok önemlidir.
Tabii liderin yanındaki kadrolar da en az
lider kadar önemlidir.
Aslında şartlar tam da karizmatik bir
liderin ortaya çıkmasına müsait bir ortam.Zira, karizmatik liderler, bir
toplumda tarihi, sosyal ve psikolojik şartların yarattığı belli bir ortamda,
genel olarak da bunalım dönemlerinde
ortaya çıkarlar.
Tarihte Cromwell ve Napoleon gibi kumandan
ve devlet adamları, çağdaş örnekleri olarak da Atatürk,Lenin, Mahatma Gandi, de
Gaulle gibi liderleri gösterebiliriz.
Kitleleri etkileme ve peşlerinden sürükleme
gücüne sahip bu adamlar eşlerine her gün rastlanan çapta sıradan önderler
değildir.
Bunlar yaşadıkları dönemin dünyasını çok
doğru algılayabilen, sade kendi ülkelerine değil düşünce ve eylemleri ile
dünyaya örnek olmuşlardır.
Büyük bunalım dönemlerinde toplumlar böyle
liderler çıkartırlar.
İşte şimdi Türkiye'nin böyle, önderlik
yapabilme yeteneğine sahip, herkesin peşinden gidebileceği ve birlik
sağlayabilecek bir öndere ihtiyacı vardır.
Türkiye, bugün tam da böyle bir bunalım,
kriz döneminden geçiyor.
AKP iktidarı ihanete varan uygulamaları ile
ülkeyi bölünmenin eşiğine getirirken, yanlış ekonomi politikalarıyla da ülkeyi
ekonomik bir açmazın içine sokuldu.
Siyasette yaşanan bugünkü tıkanıklık, dünyayı başkasının yardımıyla
değil kendi bilgi birikimi ile anlayıp,
tahlil edebilen, toplumu peşinden sürükleyecek kişiliğe sahip ve buna
uygun kadroya kurabilen, ben değil biz diyebilen, böyle bir liderin sahneye
çıkmasıyla aşılabilir.
Artık Türkiye, çok laf edip hiçbir şey
söylemeyen değil, tam aksine toplumda heyecan yaratacak sözler söyleyen
liderlere ihtiyaç var.
İşte Türkiye'deki siyasi partilerin başında
bu tariflere uyan bir lider bulunmadığı için bu tıkanıklık aşılamıyor.
Karamsarlık her geçen gün artıyor, kitleler
de umutsuzluk egemen oluyor.
1 Kasım seçimlerinden sonra Türk siyaseti
yeniden şekillendirilmelidir. Bu bir ihtiyaç olmaktan çıkmış bir zorunluluk
haline gelmiştir.