Hürriyet Gazetesi'ne kırk sekiz saat arayla
İstanbul Merkez binası ile Ankara matbaa binasına bindirilmiş kıtalar
tarafından iki ayrı saldırı düzenlendi.
Özellikle de İstanbul'da geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirilen
saldırının öncüsü, kışkırtıcısı da, Boynukalın soyadlı,askerliğini de bedelli
yapmış bir milletvekili.
Attığı naralara bakarsanız ne hukuk tanıyor,
ne kanun.
"Aslan parçası, yürekli çocuk"
! bağırıyor " 1 Kasımda sonuç ne
olursa olsun, seni başkan yapacağız. Hürriyet olmayacak" Nasıl yapacak onu,herhalde sivil
darbe gerçekleştirecek, tosunum.
Bunun bu hukuk dışı tehdidiyle, HDP'li
milletvekilinin "sırtımızı dağa dayadık", "keleşleri size
çevirmesini de biliriz" lafları arasında ne fark var.
Biri sırtını, dengelerini yitirmiş AKP
iktidarına dayamış diğeri de terör örgütüne.
İkisi de hukuku, yasaları nasıl çiğnediklerini/çiğneyeceklerini
söylüyorlar, aralarında ne fark var.
Zavallı cahil, üstüne yemin ettiği
Anayasa'nın 128. maddesinin 2. fıkrası "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri
alır." dediğinin bile farkında değil.
Farkında olsa bile onun için önemli değil, onlar
için ettikleri yeminin bir anlamı yoktur. Edilen yemin ahlaklı, dürüst insanlar
için bir anlam ifade eder.
Devlet yönetiminde egemenler ya, nasıl olsa görevini
yapacak bir savcı çıkıp bu adam hakkında bir fezleke düzenleyemeceğinden de
emin olduğu için, erkeklik gösterisi yapıyor.
Bu tosuncukların, hiçbir kural ve engel
tanımadan, korunacaklarını bilerek her türlü şiddet eylemlerinde bulunmayı
kendileri için bir hak gördükleri anlaşılıyor.
Aslında bu da bir propaganda yöntemidir.
Almanya'da da Hitler döneminde de benzer vurdular kırdılar propaganda malzemesi
olarak kullanılmıştır.
Goebels yöntemleridir bunlar.
Bunun bir adım sonrası muhalif siyaset
adamlarının yapacakları toplantıları basıp onları konuşturmamaktadır.
Bu tip saldırıları basit şov kokan açıklamalarla
geçiştiren siyasetçiler yarın aynı saldırgan davranışlara muhatap olacaklardır.
Bir başkası Hürriyet Gazetesinin köşe
yazarını, "biz" diye, "öldürürüz, yok ederiz" diye tehdit
ediyor.
Kimsiniz siz?
Çete misiniz? eşkiya mısınız?
Bu açıkça bir insanı ölümle tehdit değil mi.
Bu yazıyı okuyan her basit zeka ve
kültürdeki insan , burada Ahmet Hakan'ın ölümle tehdit edildiğini anlar.
Aslında totaliterleşen rejimler her zaman
bir düşman yaratmıştır.
Cumhurbaşkanı'na yönelik en basit eleştiri
de Cumhurbaşkanına hakaretten dava açacaksın, iktidar yalakası bir gazeteci,
hoşlanmadığı gazeteciyi öldürmekle tehdit ettiği zamanda görmezlikten
geleceksin.
Bu tehditle, gazetecinin objektif
gazetecilik yapması önlenmek istenmektedir.
Burada ki tehdit, ilk bakışta tehdide
uğrayan gazetecinin hayatına yönelik bir saldırı gibi görünse de, aslında
halkın haber alma, doğru bilgilenme hakkına da tecavüz oluşturmaktadır.
Basın yayın organlarının ya da
çalışanlarının tehditlerle susturulması totaliter rejimlerin
uygulamasıdır.
Burada gazetecinin kimliği ve gazetenin
hangi yayın organı olduğu da o kadar önemli değildir.
Buradaki eylemin, yayının hedefi ana akım
medyayı kendi istedikleri gibi yönlendirerek istedikleri siyasi sonucu alma
çabasıdır.
Kendilerine engel gördükleri her kes ve her
kuruluşa saldırmakta sınır tanımıyorlar.
Ülkedeki muhalefete tahammül edemiyorlar. Kimse
Tayyip Bey ve ekibinin söylediklerinin aksini söyleyemeyecek, izlediği
politikaları eleştiremeyecek.
Böylece aynen Türkiye'de de bugün, o
tarihlerde Hitlerin propaganda Bakanı
Goebels'in gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle düzenlediği bir toplantıda
söylediği gibi "Gazetelerin hükümetin dilediği gibi çalacağı bir
piyano" olması istenmektedir.
Almanya da bu ilk etapta sağlandı ama aradan iki üç sene
geçmeden bu piyanoda Almanya'nın ölüm marşı çalınmıştı.
Bu baskı ve şiddet yöntemi Türkiye'de de ilk
defa uygulanmıyor; bu denendi, hatta muhalif gazete idarehaneleri bile basıldı,
ama bunlara göz yuman, teşvik eden, yönlendiren siyasi iktidarların sonu hiç
iyi olmadı.