Yılmaz Özdil Pazar günü Sözcü Gazetesinde
Türk sporunun iki efsane ismi, iki erdem
sahibi yöre çocuğunu, rahmetli Metin Oktay ve Mustafa Denizliyi anlatmış.
İkisi de bu yapılan övgüye gerçekten
layıktırlar. Bakın rahmetli Metin Oktay öleli kaç yıl oldu, hala saygıyla anılıyor. Mustafa Denizli’de
başarılı bir spor adamı olmanın yanında ciddi bir entelektüel olduğu onu tanıyanlar
tarafından anlatılır.
Bende bugün sizlere bir başka İzmirliyi, bir
başka efsane siyaset ve spor adamını anlatmaya çalışacağım.
Notları bana değerli bilim adamı dostum
Prof. Dr Metin Kale gönderdi.
1923-1950 arasında tam 27 yıl
Milletvekilliği yapmış, bu süre içinde, Maliye Milli Eğitim,Adalet,Dış işler
Bakanlıkları, Başbakanlık ve iki yılda TBMM Başkanlığı yapmış Cumhuriyete kanat gerenlerden ve Atatürk’ün devrim arkadaşlarından Şükrü
Saraçoğlu.
Bu 27 yıl içinde, Ödemiş’te sadece bir yayla
evi sahibi olabilmiş.
Siyasette emekli olduktan sonra Ankara’dan
ayrılıp İstanbul’a yerleştiğinde Nişantaşı’nda
bir kira evine taşınıyor.
Şimdikilerin İstanbul’da kendilerine
saraylar yaptırdığı düşünülürse aradaki fark ortaya çıkı veriyor.
Koyu bir Fenerbahçeli ve futbol tutkunu olan
Saraçoğlu, Başbakanlığı döneminde iki oğlunu ve kayın biraderini futbol maçlarına bilet alarak götürüyor veya
gönderiyordu.
Emekli ve yaşlı halinde, Fenerbahçe’nin
maçlarını seyretmek için, sade bir vatandaş nasıl Nişantaşı’ndan Kadköy’e
gidiyorsa, o da öyle gidip, sıraya grip biletini alıp stada giriyordu.
Bu sıraya grip bilet alarak maç seyir
ettiği stadyumu, Fenerbahçe’ye 17 yıllık
Başkanlığı dönemde armağan etmiş insandır.
Adı, Fenerbahçe stadyumuna, ölümünden kırk beş
yıl sonra 22 Temmuz 1998 tarihinde bir vefa borcu olarak verilmiştir.
Hakkında yolsuzluk yaptığına, rüşvet
yediğine dair, bugüne kadar en küçük bir
söylenti olmamıştır.
Başbakanlığı döneminde Hukuk Fakültesinde
okuyan oğluna geçmez not veren ünlü Prof. Hirch’e Lozan’ın diplomatik zaferinin
kutlandığı bir 24 Temmuz günü, Ankara Hukuk Fakültesinde düzenlenen ve devlet
ileri gelenlerinin katıldığı bir törende, gözünün takıldığı Prof. Hirche gidip,
-dikkat edin yanına çağırmıyor-, o hocanın yanına gidip “Çok teşekkürler, Sayın Profesör, oğluma ne yapması gerektiğini en
nihayet gösterdiğiniz için. Sonbahardaki ikmal sınavında sizi hayal kırıklığına
uğratmayacak, emin olabilirsiniz. Bir kere daha yürekten teşekkürler” der.
Tören bittikten sonra Dekan Profesör Hirch’e
ne olduğunu sorar. Hoca, Dekan’a “Başbakan
benim kendisinden beklediğim tepkiyi gösterdi. Çünkü beni buraya getiren
kendisidir ve bunu belli bir amaçla yapmıştır. Ve benim davranış biçimimden,
Türkiye Cumhuriyetini çağdaş uygarlık seviyesine çıkarma çabalarını son derece
ciddiye aldığını anladım” dediği anlatılır.
Bu anekdotun önemi, faşist olmakla suçlanan
Saraçoğlu hakkındaki yorumun İkinci
Dünya Savaşı sırasında Nazilerin ırkçı şerrinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Alman
Yahudisi olan Profesör Hirch tarafından yapılmasıdır.
O dönemin siyasetçilerine bakın, haklarında
kendilerine ve yakınlarına çıkar sağladığı iddiası hiç olmamıştır.
Cumhuriyet, bu insanların omuzlarında
yükselmiştir. Onun için namus, onur, ahlak gibi kavramların aşınmaması için en
büyük çabayı sarf etmesi gereken kişiler Cumhuriyet Halk Partilerdir.
Bizleri en çok rahatsız eden konu,
buralardan geldikten sonra, Türk siyasetindeki yozlaşmadan ve kirlenmeden
ötürü, batılı siyasetçilere imrenir hale gelmemizdir.
Nitekim rahmetli Saraçoğlu ile aynı dönemin,
aynı idealin savunucusu olan, büyük hukuk devrimcisi Mahmut Esad Bozkurt öldüğü zaman cebinden 5
“yazı ile de beş” lira çıkmıştır.
Şimdikilerden biri, Allah geçinden versin
ölürse, mirasçıları veraset intikal vergisini ödemek için çok çaba sarf
ederler.
Bu yazılanlardan ötürü aynaya bakıp da yüzü
kızaranlar olur mu?
Hiç zannetmiyorum.